İslam Akidesi
  SEÇİMLERDE OY KULLANMAK
 

SEÇİMLERDE OY KULLANMAK

“Seçimlerde Oy Kullanmak Caiz, Hatta Gerekli” Öyle Mi!?

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur...

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve Selam ise Allah’ın Rasulü’ne, onun ehline, ashabına ve kıyamete kadar onun yolunda gidenlerin üzerine olsun…

Türkiye’de bir seçim sath-ı mailine daha girildi ve derken vakit geldi çattı ve halk medyatik bombardıman, başındaki siyâsiler ve önündeki âlim ve aydın taife eliyle sandıklara yığıldı ve neticede ortaya malum tablo çıktı. Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de, şuurlu bir şekilde ortalık toz duman edilerek, halkın hakikatleri görmesi engellenmeye çalışılarak, İngilizci ve Amerikancı kuvvet odakları çatışmasında taraf olmaya ve bir tarafı desteklemeye kasıtlı olarak sevk edildi. Öyle ki, İngilizci kesim “Laiklik elden gidiyor, Şeriat geliyor!” sloganlarıyla, belirli bir kesimi kendi tarafına çekmeye çalışırken, diğer taraf ise, “Din elden gidiyor, Demokrasimize ve hürriyetlerimize sahip çıkalım!” sloganlarıyla Müslüman kesimi kendilerini desteklemeye ve taraflarına çekmeye çalışmakta aşırı hırs ve gayret sarf ettiler. Özellikle İslâmî duyarlılığı olan ve hassasiyetlere sahip olan Müslüman halkı bir yöne sevk etmek, onları, oy vermeye ve İslâmî renge büründürülmüş(!) partileri desteklemeye çağırmak için yapılan çalışmalar, manipülasyonlar, hitaplar ve kullanılan deliller senelerden beri hiç değişmeden geldi ve bu geçtiğimiz 22 Temmuz seçimlerinde de kullanıldı.

Mesela, Adnan Menderes Başkanlığındaki Demokrat Parti zamanında, DP’ye oy vermek Allah Azze ve Celle’nin bir emri gibi gösterilmiş, DP’ye oy verilmediği takdirde CHP’nin iktidara geleceği ve bundan dolayı da oy vermeyenlerin Allah Azze ve Celle katında mesul olacağı kampanyalarıyla, insanlar DP’ye rey vermeye sevk edilmişti.

Daha sonra Özal Başkanlığındaki ANAP için de aynı hitaplar ve deliller kullanılmıştır. Ardından bir Refah Partisi rüzgârı estirilmiş, İslâmî Hükümler açısından cahil bıraktırılan halkımız “ehven-i şer”, “zararların def-i ve maslahatın celbi” ve “takiyye” gibi mefhumlarla kandırılarak haram olan bir fiili işlemeye sevk edilmişlerdir. Seçim zamanlarında yapılan bu çalışmalarla birlikte, ayrıca Demokrasi ve Cumhuriyet’in İslâm’dan olduğu, Laikliğin aslında dinsizlik olmadığı ve güzel bir şey olduğu, din hürriyeti, fikir hürriyeti, mülk edinme hürriyeti ve şahsî hürriyetler gibi küfür fikirlerinin aslında İslâm’ında kabul ettiği ulvî kıymetler! olduğu gibi iftira ve hezeyanlarla, Müslüman halka bu küfür fikirlerini benimsetmeye ve Demokratik Nizamla entegre etmeye yönelik çalışmalarda tüm hızıyla devam etmiştir.

İşte geçtiğimiz 22 Temmuz Seçimleri dolayısı ile de, aynı delillerle, hitaplarla ve hezeyanlarla Müslümanlar kandırıldı ve yönlendirildi ve neticede menfaatperestlerin uğrunda çalışıldıkları Demokratik Nizam’ın bekası için haram olan bir fiili işlemeye davet edildiler.

Vaziyet Müslümanlar adına üzüntü vericidir. Üzülüyoruz çünkü bu saptırıcı kampanyalara, Müslümanların âlim olarak bildiği ve değer verdikleri şahıslarda şuurlu veya şuursuz bir şekilde katılarak, bu büyük cürüme önayak oldular.

Benim 22 Temmuz Seçimleri sonrası hâsıl olan tabloya ilişkin değerlendirmelerde bulunmak isterken bu yazıyı kaleme almamdaki asıl sebep Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Hayrettin Karaman’ın 22 Temmuz Seçimleri’nin evvelinde yazdığı 29 Haziran 2007 tarihli “Oy Vermek” ve devamında 01 Temmuz 2007 tarihinde yazdığı “Hangi Partiye Oy Vermeli” başlıklı yazılarıdır. Zira bu ve benzeri yazılar ve âlimlerin bu minvaldeki görüşleri ile Müslümanlar Demokratik Nizam lehinde kandırılıp kullanıldılar.

Mevzua girecek olursak; Hayrettin Karaman, “Oy Vermek” başlıklı yazısında, oy vermenin caiz, hatta gerekli olduğu vurgusunu yapmakta “Hangi Partiye Oy Vermeli” başlıklı yazısında ise güya isim vermeden AKP’ye işaret etmektedir.

İlk yazısında Yazar, oy vermenin caiz olduğunu şu ifadelerle dile getiriyor…

“Bugün anlaşılan ve uygulanan biçimiyle hem Demokrasi hem de Laiklik hakkında bazı çekincelerim olmasına rağmen ben, oy kullanmanın yalnızca caiz değil, aynı zamanda gerekli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca “oy kullanmak caiz değildir” diyenleri de tutarsızlık ve çelişki içinde görüyorum.

Önce tutarsızlık ve çelişkiden başlayalım:

Demokrasilerde bir partinin takdim ettiği programa bakarak ona oy vermek, rejime oy vermek manasına gelmez. Takdim edilen program halkın ve ülkenin menfaatine uygun ise, dinimize göre de korunması gereken maddî ve manevî değerlerimizi koruma hususunda mevcudun en iyisi ve en uygunu ise oy verilir; bunu manası da “verili ve değiştirilemez bir rejim çerçevesinde” olabildiğince, “faydalı olanı elde etmek ve zararlı olandan kurtulmaktır” ve bu da İslâm’a aykırı değildir.

Laik Demokratik rejimi benimsemiş ve uygulamakta olan bir ülkede yaşamayı, bu rejimi uygulayan devletin verdiği hizmetleri ve yükümlülükleri kabul etmek, böyle bir ülkede mülk edinmek, ticaret yapmak, iş yapmak, aile kurup çoluk çocuk sahibi olmak… bu rejimi benimsemek manasına gelmiyorsa, yukarıda açıklanan niyet ve maksatla bir partiye oy vermek de rejimi benimsemek manasına gelmez. Mevcut şartlarda emaneti (milletin maddî ve manevî değerlerini) güvenilir ellere teslim etmek manasına gelir.

Böyle bir niyet ve maksatla belli bir partiye oy veren kimse, değerleri koruma niyeti ve bu niyetle bir faaliyette bulunması sebebiyle ecir de alır; ama hem iktidarların faydalı ve zararlı icraatına maruz kalan, hem de zararı azaltma, faydayı arttırma yönünde en küçük bir katkıyı esirgeyen kimseler sorumlu olabilirler.”

Yazının büyük bir kısmını olduğu gibi iktibas ettim ki, okuyucularımız âlim olarak bilinen ve görüşlerine değer verilen bu şahısların, fikirlerindeki sathiliği ve nasıl da mevcut vakıadan etkilenip, vakıayı kendi hevalarına uygun hüküm koymada kaynak edindiklerini daha açık görebilsinler.

Yazar ilk önce, bugün anlaşılan ve uygulanan şekliyle, Demokrasi ve Laiklik ile ilgili bazı çekinceleri olduğundan bahsediyor!

Acaba bunlar nasıl çekincelerdir? Laikliğin, Demokrasi’nin bir küfür akidesi ve olmazsa olmazı olduğunu ve hayatı tanzim etmeye dair fikirleri olduğu ve bunların İslâm Akidesiyle ve İslâm Akidesinden çıkan fikir, mefhum ve hükümlerle tamamen çatıştığı hususunda şüphesi mi vardır ki, bazı çekinceleri olduğunu söylüyor?

Laiklik, dinin hayattan tamamen uzaklaştırılması, Allah Azze ve Celle’den gelen vahyin ve hükümlerin, hayatın hiç bir alanında tatbik sahasına sokulmaması değil midir?

Laiklik akidesinin ortaya çıktığı M. 17. Asır Avrupa’sında acaba bu mefhum yukarıda işaret ettiğim bu manadan başka bir manaya mı delalet etmekteydi?

Peki, Demokrasi, hâkimiyetin sadece millete ait olması demek değil midir?

Yaratıcı da dâhil, hiç bir kimsenin, insanlar üzerinde yetki, tasarruf ve otorite sahibi olmaması, dolayısıyla insanın hayatta mutlak hâkimiyete sahip olması demek değil midir?

Peki, bunlar, hükmün ancak Allah Azze ve Celle’ye ait olması, insanlar üzerindeki hâkimiyetin Şeriata ait olması, İslâm’ın, şahsın kendisiyle, Yaratıcısıyla ve diğer insanlarla ilişkilerini tanzim eden vahye dayalı bir din olması gibi İslâm’ın esasî fikirleriyle tamamen çelişik ve zıt değil midir?

İnsanlar arasındaki ilişkilerde kanunlar vaaz etmek, Allah Azze ve Celle’nin haram kıldıklarını helal, helal kıldıkların ise haram kılmak, Allah Azze ve Celle’den başka Rabler ittihaz edinmek değil midir?

Laiklik ve Demokrasinin, İslâm dışı küfür fikirleri olduğu bu kadar açık ve net iken ve bir Müslümanın bunları tamamen reddetmesi icap ederken, Sayın Karaman’ın sadece bazı çekinceleri olduğunu söylemesi acaba neye dayanmaktadır?

Sayın Hayrettin Karaman’ın yazısındaki hezeyanlardan birisi de, partilerin takdim ettikleri seçim programlarına göre oy verilmesi hususudur. Bu ise beni hayretler içine düşüren bir diğer husustur. Sayın Karaman’a şu hususları sormak isterim:

Acaba hangi partinin seçim veya parti programında iktidara geldiklerinde, sadece Allah Azze ve Celle’nin hükümleriyle hükmedeceklerine ve onun dışındaki kanun ve hükümleri kökten kaldıracaklarına dair bir beyan vardır?

Acaba hangi partinin seçim programında, içkinin üretim ve tüketiminin yasaklanacağı, faizin tamamen yürürlükten kaldırılıp, fakir fukaranın kanını emen Kapitalist Bankaların kapatılacağı ile ilgili bir beyan vardır?

Acaba hangi partinin seçim programında, sömürgeci Batı’dan iktibas ile taklit ve nakledilen medeni kanunun kaldırılıp, kadın erkek ilişkilerinin İslâm’ın İçtimai Nizamı hükümlerine göre olacağı ile ilgili bir beyan vardır?

Yine hangi partinin seçim programında, Allah Azze ve Celle’nin hudutlarının, Allah Azze ve Celle’nin hadleriyle muhafaza edileceği ve yürürlükteki Batı’dan kopyalanan Kapitalist Ceza Nizamı’nın kaldırılıp, İslâm’ın Ukubat Nizamı’nın tatbik edileceği ile ilgili en ufak bir beyan vardır?

Peki, hangi parti seçim programına, sömürgeci kâfir devletlerle örneğin Türkiye’yi ve tüm Ortadoğu’yu bir birine katıp karıştıran Amerika ve İngiltere gibi devletlerle tüm ilişkilerini söküp atacağını, onlara hesap soracağını, Filistin’i işgal eden yahudi varlığına karşı Ordularını harekete geçireceğini ve o Mukaddes Belde’yi yahudilerin necis ellerinden kurtarıp, Müslümanlara yeniden iade edeceği ile ilgili bir beyan koymuştur?

Bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Acaba Yazar, oy vermenin caiz hatta gerekli olduğu ile ilgili fetvasını(!) dayandırdığı, partilerin takdim ettiği programlardan hangisinde İslâm’ın getirdiği maslahatları görmüştür? Parti programlarında geçenler, İslâm’ın maslahatları değilse -ki olmadığında hiç bir şüphe yoktur- bu programlar kimlerin ve hangi sömürgeci Batılı ülkelerin ve onların sömürgeci şirketlerinin menfaatleri için hazırlanmıştır?

Peki, Müslümanlar için maslahatın ne olduğunu kim belirleyecektir; Akıl ya da heva ve heves mi yoksa Şeriat mı?

Birisi çıkıp dese ki, “Başta Ordu olmak üzere Laik müesseseleri hiddetlendirip, öfkelendiren ve onların Müslümanlara olan düşmanlığını artıran, şuan ki AKP iktidarıdır. Bu ise bizim menfaatlerimize zarar vermektedir, dolayısıyla eğer CHP gibi Laik ve İslâm’dan tamamen uzak bir parti iktidar olursa, o zaman Ordu tehlike görmeyecek ve ortamda bu kadar gergin olmayacaktır. Bundan dolayı CHP’yi desteklemek bizim menfaatimizedir.” o zaman menfaat gereği CHP’ye oy vermek caiz hatta vacip mi olacaktır? CHP’ye oy vermeyenler ise Allah katında mesul mü olacaktır?

Herhalde bu sorular, bu akliyet sahiplerinin içine düştükleri çelişki ve tutarsızlıkları ortaya koymak ve ne kadar sathî düşündüklerini göstermesi bakımından kâfidir.

Şimdi, “Demokratik Meclis Seçimlerinde bir Müslümanın tavrı nasıl olmalıydı ve bu seçimlerde oy kullanmakla ilgili Şer’i Hüküm ne idi?” hususuna gelelim:

Dergimizin 33. Sayısında, yazarlarımızdan Süleyman Uğurlu Bey’in yazmış olduğu, “Demokratik Seçimler ve Şer’i Hüküm” başlıklı yazıda, Demokratik Seçimlerin vakıası ve oy kullanmanın hükmü tafsilatlı bir şekilde ele alındığından, ben burada fazla tafsilata girmeden kısaca bir kaç hususa değineceğim.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Demokratik seçimlerde oy kullanmanın vakıası, Demokrasi, Laiklik, Cumhuriyet gibi küfür fikir ve nizamlarını benimsemekten tamamen farklı bir husustur. Bu nizamı benimsemek, Demokrasi ve Laikliği doğru ve yüce fikirler olarak kabul edip, onları yüceltmek, dolayısıyla bu fikirlerin zıttı olan, hayatı vahyin hükümlerine göre tanzim etme fikrine karşı olmak, iman-küfür vakıasında değerlendirilmesi icap eden bir husustur ve bu seçimlerde oy kullanmaktan tamamen farklı bir husustur. Yani bir şahıs oy kullanmasa da, eğer bu nizamı doğru ve yüce olarak benimsiyor ve dinin hayattan ayrılması icap ettiğine inanıyorsa, İslâm’a göre bu şahsın hükmü, imandan çıktığı ve küfre girdiğidir.

Seçimlerde oy kullanma vakıası ise, bir amel, davranış ve fiil olması hasebiyle, iman-küfür hususunda değil, kulların fiillerinin hükmü hususunda incelenmesi icap eden bir husustur. Yani seçimlerde oy kullanmak, akide dairesinde değil, Şer’i Hükümler dairesinde incelenir. Bundan dolayı seçim farz/vacip, mendup, mubah, mekruh veya haram gibi Şer’i Hükümlerden birini alır.

Seçim ise, bir vekâlet işidir ve vekâletin üzerinde gerçekleştiği işin vaziyetine göre hükmü değişir. Yani vekilin, asıl adına ve ona vekâleten yapacağı iş, İslâm’a göre mubah olan bir iş ise, o zaman bu vekâlette mubahtır. Eğer vekilin yapacağı iş, İslâm’a göre haram olan bir iş ise, işte o zaman bu vekâlet işi de haramdır. Dolayısıyla Demokratik Meclis Seçimleri de, millet adına, milleti yönetecek vekillerin seçilme işidir.

Peki, “seçilecek olan bu milletvekilleri ne yapacaktır ve hangi iş için insanlardan vekâlet istemektedirler?” bu sorunun cevabı herkes tarafından açıkça bilinmektedir ki, bu vekiller mecliste yasama/teşrî ve yürütme işini yapacaklardır. Yani insanların toplum hayatlarında, birbirleriyle olan ilişkilerinde ve yine devletle olan ilişkilerinde kısaca, toplumsal, iktisâdî ve siyâsî tüm ilişkilerinde uyacakları kaideleri, hükümleri, ölçüleri, emir ve yasakları belirleyen gayri İslâmî kanunlar çıkartacaklar ve bu kanunların yürürlük ve tatbik edilmesi işini üstleneceklerdir. İşte bu en büyük bir zulüm, isyan, fısk, benimsenerek yapıldığında ise küfürdür. Rabbimiz yüce Kitabı’nda şöyle buyurmuştur:

إِنْ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ

Şüphesiz ki hüküm yalnız Allah’ındır ki yalnız kendisine kulluk etmenizi emir vermiştir. (Yusuf 40)

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına karşı onlardan sakın. Eğer (Allah’ın Hükümlerinden) yüz çevirirlerse, bil ki, bununla Allah ancak günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların bir çoğu da zaten fasıktırlar. Yoksa onlar cahiliyye yönetimini mi istiyorlar? İyi bilen bir topluma göre hükmü Allah’tan daha iyi olan kim vardır. (el-Maide 49-50)

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا

Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Zira onlar tağutla (Allah’ın indirmediği hükümlerle) yönetilmek istiyorlar. Hâlbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. (en-Nisa 60)

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ

Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse kâfirlerin ta kendileridir. (el-Maide 44)

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ

Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse fasıkların ta kendileridir. (el-Maide 47)

Bu hususlarda Kur’an-ı Kerim’de daha birçok ayet-i kerimeler vardır. Görüldüğü gibi Allah Azze ve Celle’nin indirdiği ile yönetmemek, İslâm’ın hükümlerine rağmen kanunlar ortaya koyarak insanları yönetmeye kalkışmak hakikaten büyük bir cürüm ve büyük bir haramdır.

İşte Demokratik meclise seçilecek milletvekillerinin yapacağı işte budur. Dolayısıyla haram olan bir işte vekil seçimi de kesinlikle haramdır. Yine vekilin asıl gibi olması hasebiyle, seçilen vekilin yapacağı tüm işlerden, işleyeceği tüm cürümlerden, İslâm’a muhalif olarak katıldığı tüm kanun ve icraatlardan, onu oylarıyla seçip işlerinde vekil kılan şahıslarda bilfiil mesul olacaklardır.

Şöyle denilirse ki, “Biz onları vekil olarak tayin etmiyoruz, sadece oylarımızla destekliyor ve yardım ediyoruz.” Bu itiraz, seçimin bir vekâlet olma vakıasını değiştirmemekle birlikte, bu da yine haram olan bir husustur. Çünkü haram olan bir işte yardımlaşmak ve bir şahsı haram işlemek üzere desteklemek de haramdır. Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلا تَعَاوَنُوا عَلَى الإثْمِ وَالْعُدْوَانِ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

İyilik ve takva hususunda yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası çetindir. (el-Maide 2)

İşte seçimlerde oy kullanmakla ilgili Şer’i Hüküm budur. Ve bir Müslüman için hangi niyet ve kasıtla olursa olsun kesinlikle caiz değildir.

Bu husustaki Şer’i hükmün ve Müslümanın göstermesi gereken tavrın ne olduğu açık bir şekilde ortaya konulmasına rağmen, yine de maalesef İslâm adına hareket ettiğini iddia eden bazı kesimlerin bir takım mazeretler ve itirazlar öne sürerek, Müslümanları bu haram fiile sürüklediklerini 22 Temmuz Seçimleri vesilesi ile bir defa daha görmüş olduk.

İşte bu şahısların ortaya sürdükleri gayri İslâmî mazeretlere de kısaca temas etmek istiyorum.

Bunlardan birincisi şudur: “Evet Demokrasi küfürdür. Meclise girip onun çalışmasına katılmakta en azından haramdır. Fakat bizim orada adamlarımız olsa, bu Müslümanların faydasına olmaz mı? Bu kişiler, İslâmî faaliyetlere kolaylık sağlar. Onun için Müslümanların bu seçimlere katılıp İslâm’ın gelmesini isteyen şahıs ve partileri desteklemesi gerekir. Aksi halde Müslümanların menfaatlerine karşı çıkmış, meclisin tamamen İslâm düşmanlarının eline geçmesini sağlamış olurlar.”

İşte bu mazeret ve davranış, bir Müslüman’da bulunmaması icap eden pragmatik bir davranıştır. Yani ameli, neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme yaklaşımıdır. Bir amel faydalı ise yapılmalı, zararlı ise yapılmamalı anlayışıdır. Maalesef Batı’nın zehirli fikirlerinden olan bu fikir, bugün Müslümanların geneline başındaki menfaatçi siyâsîler ve onlara dalkavukluk yapan âlim yaftalı şahıslar sebebiyle sirayet etmiş bulunmaktadır. Hayrettin Karaman’ın yazısında da bu pragmatik yaklaşım açıkça görülmektedir. Hâlbuki Müslüman için asıl olan fayda ve zarar değil, helal ve haram ölçüsüdür. Bir Müslümana göre iyi-kötü, hayır-şer ölçüsü akla göre değil, Şeriat’a göre belirlenir. Yani Allah Azze ve Celle’nin emrettiği hayırdır, yasakladığı ve haram kıldığı ise şerdir. Bu hususta Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Sevdiğiniz bir şeyde hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir. (el-Bakara 216)

Demek ki, hayır ve şerrin tayini bizim aklımızla ve menfaat ölçümüzle değil, Allah Azze ve Celle’nin emri iledir. Ve yine Müslüman için menfaatin değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu şu ayet-i kerime açıkça ortaya koymaktadır.

يَسْأَلُونَكَ عَنْ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا

İçki ve kumar hakkında sana sorarlar. De ki: ‘Onlarda büyük ism (günah) vardır ve insanlar için menfaatler vardır. Fakat onların ismleri (günahları) menfaatlerinden daha büyüktür.’ (el-Bakara 219)

Görüldüğü gibi Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimesinde menfaati değil, günahı esas almıştır. Bazı faydalar olsa da, haram kılınan şeylerden kesinlikle kaçınılmasını emretmiştir. İşte Demokratik Seçimlere katılmakta, bazı şahıslar bir takım faydaların olduğunu zannedebilir -ki 80 küsur senedir görülmüştür ki, bunda fayda değil, Müslümanlar için zarar olmuştur-, fakat orada bulunmak ve seçimlere katılmakta büyük bir günah vardır. İşte bu nokta da Müslümanın göstermesi gereken tavır Allah Azze ve Celle’nin haram kıldığını tamamen terk etmesidir.

Mazeretlerden ikincisi ise şudur: “Biz hakkı açıkça söylersek batıl ehli, Laikler ve İslâm düşmanları, bizlere zarar verirler. Hapse atarlar ve işlerimizden ederler. Onun için bizler onların şerlerinden sakınmak için onların arasına girmeli ve onlardan görünmeliyiz. Bizde Demokratız, Cumhuriyetçiyiz ve Laikiz demeliyiz.”

Bu yaklaşım ve mazeret de, İslâm’a göre batıl olan bir mazerettir ve Allah Azze ve Celle’ye itimatları olmayan ve kalplerinde hastalık bulunanların vasfıdır. Rabbimiz Azze ve Celle bu hususta da şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُواْ أَهَؤُلاء الَّذِينَ أَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُواْ خَاسِرِينَ

“Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların, ‘Başımıza bir musibetin gelmesinden korkuyoruz.’ diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Dikkat edin, Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek olsa, onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır. O zaman Müminler: ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana uğramışlardır. (el-Maide 51-53)

Bu ayetin mefhumu açıkça göstermektedir ki, iman ettiğini söyleyen bir şahısın, başına gelecek bir musibetten sakınmak için, “bende Demokratım, Cumhuriyetçiyim, Laikim” gibi sözler söyleyerek, kâfirlerin çizgisinde olduğu görüntüsünü vermeye çalışmamalıdır. Aksi halde Allah Azze ve Celle onları da, diğerlerine katar da hüsrana uğrayanlardan olurlar. Allah Azze ve Celle muhafaza etsin.

Sözün özü şudur ki,

Müslümanların amellerinde ve davranışlarında sadece Şer’i Hükümlere tabi olması, Allah Azze ve Celle’nin haram kıldıklarından ateşten kaçar gibi kaçması ve Allah Azze ve Celle’nin emrettiklerini yerine getirmek için tüm gayretini kullanması icap etmektedir. Müslüman için yegâne maslahat bu
dur. Ancak o zaman Allah Azze ve Celle’nin yardımı ve nusreti gelecek ve Müminler ferahlayacaklardır. Dünya da izzet ve şeref Ahirette ise ebedi saadete kavuşacaklardır. Bi İznillahi Teâlâ.

إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ

Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.(Âli İmran 120)



Serdar Yılmaz (KÖKLÜ DEĞİŞİM DERGİSİ) (ALINTIDIR)..

 
  Toplam 189524 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol