İslam Akidesi
  RİSALE-İ NURLARDAKİ ŞİRK SÖZLER
 

 

 

RİSALE-İ NURLARDAKİ ŞİRK SÖZLER

 

1-Risale-i Nur'un şefaatçı kabul edilmesi

 

Şuâlar, Onüçüncü Şua'da geçen;..

Bütün arkadaşlar lâ ilâhe illallah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza geldi, Risale-i Nur'u aşkla ve bir saikle üç-beş defa şefaatçi ederek  Cenab-ı Hak'tan halâs ettik.(Bu apaçık şirk değil midir?) Elhamdulillah derhal sakin oldu...

2-Risalei Nur'un darda kalanlara ve günahkârlara yardım etmesi 

 

Allahü teala şöyle buyurur:

"Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.." (Neml 27/62)

 

"De ki, Allah'ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. (isrâ 17/56)

 

bu ayetleri hatırda tutarak aşağıdaki bölümü okuyalım.. 

 

Sikke-i Tasdik-i Gaybî'de geçen bir şiirde:

 "Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!"

 

Risalei nurlar sığınılacak, af dilenecek makam, âlemlerin rahmeti olarak gösterilmektedir. Bu şiir yukarıdaki ayetlere ve Kur'ana göre şirktir. Çünkü af istenecek, sığınılacak, yardım istenecek Risale değil Allah; Alemlerin rahmet nuru Risaleler değil Kur'an-ı Kerim'dir.

 

 

3-Risale-i Nur'un ve talebelerinin manevî kişiliğinin Gavs-ı Âzam olması  

 

İslama göre  "Gavs" (kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah 'tır. "yalnızca Sen'den yardım dileriz." Ayetinin ışığında Kur'an; yardım istemek için bizleri Allah'a yöneltir. Aksi inanç ise şirktir. Fakat bakalım Risaleler yardım için kimlere yönlendiriyor..

 

 Kastamonu Lâhikası  121.Mektup ta geçen cümlede Said-i Nursi  yardım için şöyle diyor:     

"Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "Ferdiyet" dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır."   Sözüyle Said Nursi Risale-i Nur'u "Gavs" olarak kabul etmiş olup şirk işlemiş oluyor.

 

 

 

4-Risalelerin koruyucu kabul edilmesi

 

Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup, c. II, s. 1723. de geçen:       

" bîçare Ceylan yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumundabütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı." Sözleriyle Said Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk işlemiştir.

 

 

5-Vahdeti vucud inancının kabul edilmesi

 

Öncelikle, Vahdeti Vucud inancının kurucusu olan İbn Arabî'nin inandığı Allah'ın, Kur'an'ın anlattığı Allah olmadığını belirtelim, zira onun Allahı, her an yoktan yaratan, ahlâkî sıfatlara sahip olan şahsî bir Allah değildir. İbn Arabî, inandığı Allah'ı insana bağımlı kılmakta, insanı bir bakıma Allah'ın yaratıcısı kabul etmekte ve böylece insanı ilâhlaştırmakla din dairesinden çıkmış bulunmaktadır. Şimdi bu küfür ve şirk dolu inançla ilgili Said Nusi'nin cümlelerine bakalım..

 

Lem'alar, Yirmisekizinci Lem'a;

 "Öyle de: Vahdet-ül-Vücûd mes'elesi gibi hakaik-ı ulviye,(yüce bir hakikat) ehl-i gaflet ve esbab içinde dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç mühim zarar verir."

 

Lem'alar, Dokuzuncu Lem'a; 

 ".... Muhyiddin-î Arabî demiş: "Ruhun mahlukiyeti inkişafından ibarettir." O suâl ile benim gibi zaif bir biçareyi Muhyiddin-î Arabî gibi müthiş bir harika-i hakikat, bir dâhiye-i ilm-i esrâra karşı mübarezeye mecbur ediyorsun. Fakat madem nusûs-u Kur'ana istinaden bahse girişeceğim, ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim. Belki: Hazret-î Muhyiddin aldatmaz, fakat aldanır. Hâdîdir, fakat her kitabında mühdî olamıyor. Gördüğü doğrudur. Fakat hakikat değildir." Vahdet-ül-Vücud ise bir meşreb ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neş'eli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar; en münteha mertebe zannediyorlar." Nur Risaleleri'nde oldukça yumuşatılarak geçiştirilmiş olan konu hakkında Said Nursî'nin ifadeleri birbirini tutmamaktadır. Getirdiği izahlarda tutarlılık olduğu söylenemez. Bu şirk inancını bir yandan "tevhide gark olmak, tevhide dalmak, Hüdâperestlik, zevkî bir tevhîd, ulvî hakikatlar" vb. sözlerle nitelemektedir; diğer yandan da İslâmî esaslara aykırılığını bildiğinden "bunu avam anlayamaz" tarzında bir gerekçe ile insanları bu öğretiden men etmeye çalışmaktadır. Bu ne menem bir tevhittir ki, "avamın eline geçince onları firavunlaştırma, nefislerini mâbûd edinme" gibi gizli (potansiyel) bir tehlikeyi de içermektedir.

6-Said Nursi'ye "Bediüzzaman" lakabı verilmesi

 

Bedii'in sözlükte iki anlamı vardır: Biri; örneği ve benzeri olmayanı yaratmaktır. İkinci anlamı ise; "örneği ve benzeri olmayan, harika varlıktır. Kur'ana göre bu özellikler yalnız Allah'a aittir: Allahü Teala şöyle buyurur:

 

"O (Allah), göklerin ve yerin bedi'idir."(Bakara 117)

 

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Sekizinci Şua'da konuyla ilgili;

"...Hem şimdi anlıyorum ki: Eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lâkabı benim değildir. Belki, Risale-i Nur'un mânevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş."  cümlesi geçer. Öyleyse soralım: Neden bu sıfatı Şakirtlerden başka hiç kimse âlimleri için kullanmıyor? Tarihte bu sıfatı kullanan hangi peygamber, hangi âlim var? El cevab: Yok. Çünkü bu apaçık bir şirktir, bunun lamı cimi de olamaz.  Fakat Risale-i Nur'un tercümanı, müritlerince yakıştırılan bu sıfatı kabullenmiş eyvallah demiştir. 

 

7-Hz. Ali'nin ve evliyaların Geleceği (Gaybı) bildiği iddiası

 

"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. " ( Neml, 65)

 

Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem'ada geçen;

"....Hz. Ali diyor: ".... Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur." 

 

Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen;

"...ulûm-u evvelîn ve ahirîni bildiğini müftehirane iddia eden Hz. Ali (R.A.)..."

 

Said-i Nursi Şuâlar, On Dördüncü Şuâ

"...Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhir zamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar."

 

Siracü'n-Nûr isimli kitapta;

"...Evet Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, "Kaside-i Celcelûtiye"de iki suretle Risâle-i Nur'dan haber verdiği gibi..",

 

Denizli Müdâfâsı'nda ise  Hz.Ali haşa Said'in geleceğini haber verir ve Said'le konuşur; "Hz. Ali'nin kasidesinde ebced hesabıyla, "binüçyüzellide Said-i Kürdî gelecektir" çıkıyor. Hülâgû'dan ve latin hurufundan ve İslâm deccalından ve bir kısım ulemâların yanlışlarından kat'i haber veren İmam-ı Ali o cümle ile biçare Said'e diyor: "Sen o zamana yetişeceksin. Cenab-ı Hak'tan muhafazanı niyaz eyle"

 

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Sekizinci Şua'da;

"... Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali Radıyallahü anhü Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymetdâr risalelerine de işaret derecesinde remzedip îma ediyor. Eğer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münafi olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti." (Güya Hz. Ali, gerçek bir şekilde gaybı biliyor fakat Allah, bu gaybın açıkça haber verilmesini yasakladığı için sadece işaret yoluyla söylüyor!!!)

 

Said Nursî ve Nur Risaleleri hakkında verilen bunca haberin (!) yanı sıra daha başka haberler de (!) vardır. Bunların en yoğun olanı "Keramet-i Gavsiye" adıyla takdim edilen Şeyh Abdülkadir Geylânî'nin haberleridir.

 

Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen;

"On dördüncü asırda "El-Kürdî" lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah'ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım."

 

8-Hz. Ali'nin Risaleyi şefaatçi kılıp yardım istediği iddiası

 

"Allah'tan başka bir dostunuz ve şefaatçınız yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz?" (Secde 4)

 "De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. " ( Neml, 65)

 

Allah'ın kitabındaki bu ve benzeri ayetleri bizden de iyi bilen Hz. Ali acaba Said-i Nursi'nin dediği gibi yapmış mıdır? Bakalım bu konuda Said-i Nursi ne diyor?

 

Şuâlar, On Beşinci Şuâ'da Hz.Ali'nin gaybı bildiği ve Risaleden yardım istediği geçer;

 " Birinci Kelime ­لا إله إلا الله tır. Bundaki hüccet ise matbu' Âyetü'l-Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada  وبالآية الكبرى أمني من الفجت (Ayetül Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru) deyip o Âyetü'l-Kübra'yı şefaatçı yaparak..."

 

Bu iddia, Hz. Ali'ye (r.a.) atılmış bir iftiradır; çünkü Hz. Ali Allah'ın Kitabını en iyi bilenlerdendir. Hz. Ali, şahadeti ile bitecek olayların bile sonuçlarını kestirememişken, kendisinden yüzyıllar sonra gelecek bir adamdan ve onun risalelerinden haber verecek... Üstelik onca sıkıntısının arasında oturacak ebced ve cifir hesapları yaparak, bu kitaplardan yardım isteyecek.


9-Allah'tan başkasından yardım isteyip ölülere sığınma ve ölmüş bir insanın kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayan başka insanlara yardım ettiği iddiası

 

Allahü Teala şöyle buyurur:

 

De ki, Allah'ın dışında kuruntu­sunu ettikle­ri­nizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gi­der­meye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yeti­rebilirler". (isrâ 17/56)

 

"Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez."  (Fatır 35/14)

 

Bu ayetleri hatırda tutarak aşağıdaki yazılara bir bakalım.

 

Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen;

"On dördüncü asırda "El-Kürdî" lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah'ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım." ....

Gavs'ın o müridi mahfuz kalmıştır. Korktuğu şer ve mehâlikten bir hıfz-ı gaybî ile kurtulmuştur" 

"O Gavs'ın müridi olan Said-ül-Kürdî, .... Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdad etmişim ve istimdadına yetişmişim."             

"ve Gavs-ı Azam'ın ceddi ve üstadı olan Hz. Ali (R.A.; .... Risale-i Nur şâkirdleri ... o müthiş mehalike karşı sarsılmadıkları halde imdat-ı ruhaniye ve kuvve-i maneviyenin takviyesine pek çok muhtaç oldukları bir zamanda o ulûm-u evvelîn ve ahirîni bildiğini müftehirane iddia eden Hz. Ali (R.A.) hiç mümkün müdür ki; Evladından olan Gavs-ı Geylani'den geri kalsın. .. Risale-i Nur şâkirdlerinin imdadına yetişmesin. Elbette bu suretle yetişir ve yetişti.

 

"Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak "Yâ Gavs-ı Geylanî" derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, "Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur" derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir."   "Demek Cenâb-ı Hak o kudsî üstadımı, bir melek-i sıyanet gibi bana muhafız kılmış" Gençlik Rehberinde geçen;" Hz.Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan imdat ve Risale-i Nur'un şahs-ı mânevisinden himmet dileyerek çalışıyoruz"

 

Mektubat,  Birinci Mektubta geçen;

"Hattâ Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.".

 

Barla Lâhikası, Yirmi yedinci Mektupta geçen;

" Hele Gavs-ı A'zam Şeyh Geylânî Hazretlerinin kerâmet ve ihbârât-ı gaybiyesini hemşîreniz o kadar lezzet ve muhabbetle dinliyor ki, üç sene evvelisi hastalığa tutulduğu vakit, o halinde ve kısmen aklı başında olmadığı zamanlar bahçede ağaçların dallarını tutup, "Yâ Abdülkâdir-i Geylânî, Yâ Veysel Karânî, meded!" diye bağırıp sallanıyordu."

 

Kendisinden yüzyıllar önce ölmüş bir insandan yardım istemek, bu insanın yardım ettiğini iddia etmek, Allah'tan başkasına sığınıp o kişiden yardım istemek Kurana göre şirktir. Bunun tevili, kıvırması olamaz.

 

"Mescitler, kuşkusuz Allah'ındır. Allah ile beraber bir başkasına dua etmeyin! (...) De ki: 'Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi ona ortak koşmam.'" (Cin,18-20)


10-Evliya zannedilen bazı insanların ilahlaştırılması

 

Barla Lâhikası Yirmiyedinci Mektupta geçen;

"Özellikle, Allah adamı Hz. Abdülkadir, Gavs-ı A'zam, "ol" der "olur" dairesinin kutbu" (...)

 

Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen;

"Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları ehl-i velâyetce kabûl edilen üç evliya-yı azîmenin en âzamı o Hazret-i Gavs-ı Geylânî'dir."  

 

Mektubat,  Birinci Mektubta geçen;

 "Hattâ Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.. ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş."

 

Mektubat, Birinci Mektubta geçen;

"Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır?... Elcevap: Hayattadır, ... Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler... Tevatür derecesinde ehl-i şuhûd ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder."

 

Sözler,  Onaltıncı Söz/Birinci Şua/Üçüncüsü;.

"İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş."

 

Sözler, 657'de geçen;

"...Velilerin abdâlı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür".

 

Bediüzzaman Said Nursî, Afyon Hayatı;

"... Aynen bunun gibi; Denizli'de, camilerde beni gördükleri gibi hattâ resmen ihbar da edilmiş, müdür ve gardiyana aksetmiş. Bazılar telâş ederek, "Kim ona hapishane kapısını açıyor?" demişler. Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Halbuki, benim çok kusurlu ve ehemmiyetsiz şahsiyetime, pek cüz'î bir hârika isnadına bedel, Risale-i Nur'un harikalarını isbat edip gösteren "Sikke-i Gaybîye Mecmuası" yüz derece, belki bin derece ziyade Nurlara itimad kazandırır ve makbuliyetine imza basar. Hususan, Nur'un kahraman talebeleri ve onlar hakikaten hârika hallerimle ve kalemleriyle imza basıyorlar."

Allah Tealâ, kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Kendisine edilen tüm dualara karşılık verir. Sesleri birbirine karıştırmadan ancak o işitir. Her şeyi ancak o görür, o bilir. Her türlü eksiklikten münezzeh olan sadece o; tüm kemal sıfatlarıyla muttasıf olan da sadece odur.

 

Onun dışındaki herkes ve her şeyin eksiklikten bir nasibi vardır. Melekler ve peygamberler ise onun kullarıdır. Aynı anda birçok yerde olup, birçok işler yapamazlar. Her şeyi işitip, göremezler.

 

Şüphesiz ki; işleri evirip çevirmede, yönetmede, âlemlere tasarrufta yüce Allah'ın hiçbir şeriki (ortağı) yoktur. Hay olan, hiç ölmeyen sadece Allah'tır. O, şöyle buyurur:

 

"Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir." (39/62)

 

"Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı, yönetimi, mülkiyeti) yalnız Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı vardır." (2/107)

 

Şirk, Allah'a mahsus olan sıfatlardan herhangi birini, münezzeh ve yüce Allah'tan başkasına isnat etmektir. Bu sıfatlar KÜN FE YEKÛN ("ol" der olur) ile tabir edilen irade ile âlemde tasarruf etmek, yahut hastaya şifa icadı, rızkını daraltacak yahut öfke sebebiyle onu hasta yapacak, yahut bedbaht edecek derecede bir şahsa lânet etme ve gücenme, öfkelenme, yahut bir şahsa rızkını genişletecek, bedenine sağlık verecek, kendini mes'ut kılacak derecede rahmet etmek gibi sıfatlardır. 


11-Said-i Nursi'nin Kıyamet tarihini belirtmesi

 

Allah;

"Kıyamet vakti yaklaştı. Allah'tan başka onun vaktini bilen de yok." (53/57-58)

 buyurduğu halde

 

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Birinci Şuada;

 ".. Ve'l-ilmu indallahi lâ ya'lemu'l-gaybe illallâhu Hattâ ye'tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder... Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (...)"  denilerek Allaha şirk koşulmaktadır.Said Nursî'nin, hesap aralarına "Allah'tan başka, hiç kimse gaybı bilmez" anlamına gelen "lâ ya'lemu'l-gaybe illallâhu" cümlesini koyması, adeta fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken "tövbe, tövbe" demelerini andırmaktadır.

 

Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

HURAFE MERKEZLİ NURCULUK DİNİNİN KURUCUSU

SAİD NURSİ'NİN PEYGAMBERLİK ÇABALARI

 

 Hilmi POLAT (İlahiyatçı)

 

1-Kur'an'da Hz.Muhammed'e açıklanmadığı halde Said Nursi'ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei Nur; Kur'an'nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?

 

 Şualar, Birinci Şua,'da geçen;

"Kur'an'ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! Tenzil'ül-Kitab cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübîn'in nüzulü olduğu gibi, manayı işarîsiyle de, her asırda o Kitabı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor..."

 

Kastamonu Lâhikası, Yirmiyedinci Mektubda geçen;

 "Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakâik-ı Kur'aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulmayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün denizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler."

 

Dinin, imanın, ayet ve hadislerin müşkülü olabilir, ama bunlar gizli, sırlı değildir. Dinimiz, Kitabımız apaçıktır, esrar perdesiyle örtülü değildir. Esrarengiz bir dinle Allah'a nasıl kulluk edilebilir? Kur'an'ın bir ismi de "Beyan"dır.

 

Allah (c.c) Ali İmran 138'de "Bu, insanlar için bir beyandır (apaçıktır)." buyurmaktadır.

 

Bu sözlerle Risalelerin kutsallığına, yeni bir peygambere ve dine zemin hazırlanmaktadır. Hedef; Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler yeni bir ilahi kitap, Kur'an ise sırlarla dolu, açıklanmamış gizli bir kitap, Hz.Muhammed ise Kur'an'ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları ümmetten saklamış bir peygamber. Böyle bir iddia küfürdür, çünkü Allah,

 

Bakara 79'da "Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra "bu Allah katındandır" derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!." buyurmaktadır.   

 

2-Said Nursi Peygamberlik iddiasında bulunmuş mudur?

 

 Allahü Teala şöyle buyurur:

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. (33/40)

 

Bediüzzaman Said Nursî, Afyon Hayatı'nda geçen şu cümleye bir bakın;

" o zat (Said Nursî), hizmet-i îmâniye noktasında Risâletin bir mir'at-ı mücellâsı ve şecere-i Risâletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı Risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikati ve şem'-i İlâhînin hizmet-i îmaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şüphe yoktur.

 

[Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmağa cesaret edemedim. Sükût ederek, o medhi, Risale-i Nur Şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi namına kabul ettim.] Said Nursî"

 

Said Nursî kendisine "imana hizmet yönünde peygamberliğin bir cilâlı aynası, peygamberlik ağacının nurlandırılmış son meyvesi, peygamberlik lisanının vârislik noktasında son gerçek ağzı, ilâhî ışığın imana hizmet yönünde son mutlu taşıyıcısı" gibi sıfatların hepsini tevazu maskesiyle, "istemem, yan cebime koy" kabilinden kabul ettiğini söylemektedir.

 

Said Nursî'nin, bu sıfatların "son sahibi" olduğu vurgulanmaktadır. Aslında, bu sıfatların gerçek ve son sahibi -hâşâ- Said Nursî değil, Hz. Muhammed'dir. Yani anlayacağınız Said-i Nursi; Hz. Muhammed (s)'i maske yapıp Peygamberlik iddia etmektedir.

 

Bu adamın sözlerine inanan safdillere birkaç hakikati gösterelim:

 

"Muhammed, (...) Allah'ın Elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. (...)" (Ahzâb,40)

 

Hz. Peygamberin (s.a.v.) risaleti bir ağaca değil de, bir eve benzetmiştir. Bunun hikmeti ise çünkü ağaç meyve vermeye devam eder, ama ev sağlam bir biçimde tamamlandığından yeni tuğlaya ihtiyaç hissetmez. Fakat Said Nursi risaleti güya ağaca benzeterek kendine pay çıkarmaktadır.

 

Efendiler, mimar evi tamamlamış, tuğlalardan birini söküp yeni bir tuğla koymayacak! O evden ne bir tuğla sökebilir ne de ona tuğla bildiğiniz bir şeyi yamayabilirsiniz!... O ev, çıkıntı kabul etmez. Bu yüzden Peygamberlik makamı son bulmuştur ve Said-i Nursi gibilerinin yalanlarına kanmamak gerekir.

 

Ama ne yazık ki şakirtleri Said Nursî'ye öylesine iman etmişlerdir ki, sarf ettikleri sözler aralarındaki ilişkinin "peygamber-yakın ashabı" ilişkisi olduğunu Siracü'n-Nûr'da Hasan Feyzi açıkça ortaya koymaktadır:

"(...) Demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım. Demek Hazret-i İmam-ı Ali'yi ağlatıp, Ömer'i şaşırtan, Ehl-i Beyt'i inletip, Medine-i Münevvere'yi karartan o hâl-i pür-melalin bir nümunesi, âkıbet bizim bu garip başlarımıza da mı çöküyor. Pek vakitsiz, pek erken değil mi Üstadım."

 

Tılsımlar Mecmuası'nda inanılmaz bir zorlamayla, Said Nursî kendisini Hz. Muhammed'in aynası olarak göstermiştir:

"Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir'at-ı Peygamberî'dir."

 

Hâşâ ve kellâ... Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed'in aynası olabilir.

 

"Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor." Şöyleki;

"Muhammed (92) (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri 92'dir.) Âyine karşısına koyarak Muhammed (92), Bedîüzzaman (184)'dır.

 (Ebcede göre Bedîüzzaman adının sayı değeri 184'dür.)

 

  Peki, sizin bu ahmakça çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki:

 

" Kur'an'da Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb'in cifri değeri 46'dır. Ebu Leheb'in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?"

Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman Said Nursî görünür. Çünkü: Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder.

 

Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile şöyle bir yorum yapsa;

 

"Bakara 220'. ayette  "(...) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (...)" buyurulmaktadır. "Müfsid" (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin "Bediüzzaman"a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid'in cifri değeri 184 iken  Bediüzzaman'ın cifri değeri de 184'tür.)  ayet, Bediüzzaman'ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi'nin cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki:

 

            Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız..." dese ne yaparsınız?

 

Şuâlar, Birinci Şua'da Said-i Nursi kendi konumundan şöyle bahseder;

"(...) benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz (...) bulunan bir adam, (...) Risale-i Nur'a sahip değildir; ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîmin bu zamanda bir nevi mu'cize-i mâneviyyesi olarak, rahmet-i İlâhiyye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil (...)"

Peygamberimiz Kur'an'ın tercümanıdır, mübelliğidir; Said Nursî de Nur Risaleleri'nin tercümanıdır, mübelliğidir. Hz. Peygamber ümmîdir; Said Nursî ise yarım ümmî bir zattır. Nasıl ki, Kur'an-ı Kerim Hz. Muhammed'in (s.a.v.) değil, Allah'ın kelâmıdır; o sadece tercümandır, mübelliğdir. İşte, Risale-i Nur da Said Nursî'nin eseri değildir; o da Nur Risaleleri'nin tercümanıdır, mübelliğidir. Peygamberimizin Kur'an'ı tebliğ görevi vardır; Said Nursî'nin de Nur Risaleleri'ni "tebliğ" (Barla Lâhikası, 21) görevi vardır.

 

Şuâlar, Beşinci Şua'da şöyle geçiyor;

"Hattâ "Tevrat" ve "İncil" ve "Zebur"da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi, bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitapların bir kısım tâbileri te'vil edip îman etmediler."

 

Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektupta müridi Hâfız Ali ise şöyle der;

(...) Nur Risalelerini, değil Hazret-i Şeyh (K.S.) altıncı asırdan ondördüncü asırda görmesi, (Kütüb-ü sâbıkada remzen ve Hazret-i Kur'an'da sarahaten göstermeleri, o kitab-ı mübarekin şe'nindendir) diyebileceğim."

 

Kur'an'dan önceki ilâhî kitapların Peygamberimiz ve Kur'an hakkında verdikleri haberler, "bir kısım tâbilerinin tevil edip iman etmediği bir derece perdeli ve kapalı" haberler iken; Said Nursî ve Nur Risaleleri hakkındaki haberleri "remzi"dir.

 

Ayrıca, kütüb-ü sabıkanın Hz. Muhammed'den "bir derece perdeli ve kapalı" haber vermesine karşın; Kur'an'ın Said Nursî'den, onunla ilgili tarihlerden, risalelerinin isimlerinden verdiği haberler "sarahaten"dir. "Sarahaten", yani açık ve sarih olarak, açıktan açığa... Nur Risaleleri'ndeki bu ifadalerden açıkça anlaşılmaktadır ki, kütüb-ü sabıkayı ve Kur'an'ı indiren yüce Allah, Hz. Muhammed'in bir derece perdeli ve kapalı haberlerle bildirilmesini, fakat Said Nursî'nin ise açık ve sarih haberlerle bildirilmesini irade etmiştir!... Yuh artık! Yazıklar olsun sizlere!

Aslında, Nur Risaleleri'nde Said Nursî Hz. Muhammed'le (s.a.v.); Nur Risaleleri de Kur'an'la âdeta aşık atmaktadır.

 

Kastamonu Lâhikası, Yirmiyedinci Mektubda ise;

"Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Ebu Bekir (r.a.), Mekke'den Medine'ye hicret ederlerken, Bir güvercinle bir örümceğin, müşriklerin tüm çabalarını boşa çıkardığı gibi; Risalet-ün-Nur'un intişarına karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, planlarını zîr ü zeber etti."

 

Said Nursî'nin peygamberlik taslaması artık Hz. Muhammed'le mücadeleye dönüşmüştür. Yalnız, bir derece altta kalınmaya özen gösterilmektedir. Bunun sebebi ise şudur: Ortada Kur'an-ı Kerim gibi bir mucize, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) son peygamberliği gibi bir hakikat varken, Said Nursî bunları görmezden gelemez, bunlara rağmen peygamberliğini açıkça iddiada edemez, kendisine verilen kitabın da Risale-i Nur olduğunu alenen söyleyemezdi.

 

Said-i Nursi'nin yaptığı bu kurnazlığı yapmayan İskender Evrenesoğlu'nun, açıkca Allah'ın elçisi, peygamberi (!) olduğunu söylemesi Said-i Nursi ile arasındaki tek fark olmuştur. Hâlbuki İskender ile Said-i Nursi aynı şeyleri iddia etmektedirler. İskender aptallık yapıp peygamber olduğunu söyleyince sahte peygamber olarak algılanmış; Said-i Nursi ise kurnazlık yapıp peygamberliğini dolaylı, mecazla ve kelime oyunlarıyla söyleyince ne yazık ki en büyük, eşsiz âlim olarak algılanmıştır.

 

Şuâlar, 141, 523, 535, 545, 590'da geçen;

"Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup O'nun izni ile yazıldığına şüphe yok. "Ben, kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitabdan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur'ânîyim. Bir lâyemut'un eserinden fışkıran kerametli bir Nûr'um."

 

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, de geçen;

"(...) Hem mütedeyyin bir kadın, yine hâdiseden sonra görüyor ki: Semâvattan mübarek kâğıtlar yağıyor. Soruyorlar: "Bu nedir?" Rü'yada demişler: "Risale-i Nur'un sahifeleridir." Yâni, tâbirce Risale-i Nur, Kur'anın tefsiri olduğu cihetle, vahy-i semavî olan Kur'anın semavî ve ilhamî bir tefsiridir."

 

Bu cümlelerde Said Nursî, Nur Risaleleri'nin kendi eseri olmadığını öylesine vurgulamaktadır ki; bu vurgu, eserin kendisine nisbetini imkânsız kılmaktadır. Ee, Said Nursî Nur Risaleleri ile bu kadar da bağlantısız olamayacağından, bu bağ onun tercümanlığı vasıtasıyla sağlanmıştır:

 

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, de ise;

"Hem Risale-i Nur zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur'anın bir tefsiri ve Kur'andan mülhem bir tercüman-ı hakikisi ve imanın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ, bir kısım Risaleleri ihtiyarım hâricinde yazdığım gibi, Risale-i Nur'un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim."

 

Nur Risaleleri, Said Nursî'nin eseri değildir(?), onun ihtiyarıyla yazılmamış, bilâkis Cenab-ı Hakk'ın lisanıyla yazdırılmıştır. Semavîdir(!), arşîdir(!). Said Nursî, Nur Risaleleri'nin ancak tercümanıdır.

 

Kur'an'da kitapların "indirildiği, inzal edildiği" belirtilmektedir. İşte Nur Risaleleri de Kur'an'ın semasından, ayetlerin yıldızlarından inmektedir(!). Kur'an, kendinden önceki kitapları, Tevrat'ı, İncil'i tasdik etmek için indirildiğine göre; Nur Risaleleri de sanki Kur'an'ı tasdik etmek için indirilmiştir. Nitekim bu, Nur Risaleleri'nde birçok kez tekrar edilmiştir.

 

Yine bilindiği gibi; Allah Tealâ, peygamberlerine davalarını ispat etmek üzere, insanları âciz bırakan mucizeler vermiştir. Kur'an-ı Kerim, en büyük mucizedir; Nur Risaleleri de mucize-i Kur'âniyedir(!).

 

Mucizeler, diğer insanlar boyun eğip itaat etsinler için peygamberliğin delili olarak ancak peygamberlere verilir; Nur Risaleleri de Said Nursî'nin mucizesidir, kalplerin ve akılların zaptedilerek ona itaat ettirilmesi istenmiştir!:

 

"Yâ Rabbî (...) Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'a denizi ve Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'a ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm'a dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'a cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur'a, kalbleri ve akılları musahhar kıl!"  (Bediüzzaman Said Nursi)

 

Hz. Peygamberin ayın yarılması mucizesi vardır; Said Nursî'nin de en inatçıyı dahi tasdike mecbur eden zelzele mucizesi (Kastamonu Lâhikası) vardır.

 

Said Nursî'nin tâbileri, kıyamette İslam ümmetinden ayrı bağımsız bir ümmet olarak Said Nursî'yle beraber (Nede olsa peygamberleri ya..) diriltilmekten de razı olduklarını Tılsımlar Mecmûasında şöyle dile getirirler;

 

 "Ve onun (Said Nursî'nin), etbaıyla beraber kıyamette bir ümmet-i müstakile olarak ba's buyurulacağını bildirmektedir."

 

Ee, Hz. Peygamberin veda haccı olur da Said Nursî'nin olmaz mı? Müridi olan Hasan Feyzi Siracü'n-Nûrda bakın ne diyor;

 

            "(...) Şimdi biz Hacce't-ül Veda'sız böyle bir ölüme nasıl inanalım.((...) Son sözlerini Hind'den, Yemen'den, Irak'dan ve Afgan'dan ve dünyanın her yerinden o mahall-i mübarek ve mukaddeste toplanan bütün müslümanlara, bütün âşıklara ve bütün hicranlı gönüllere söyle, bize "elâ hel bellağtu" (Dikkat edin! tebliğ ettim mi?) tekrarlayıp, "felyubelliğu'ş-şâhidu minkumu'l-gāibe" derken, âlem-i gayb ve ervaha işte oradan pervaz et."

 

Said Nursî, bu ifadelerden hiç de rahatsızlık duymaz, bu cümlelerdeki peygamberliğinin ihsasını, dile getirilmesini reddetmez. Bilakis Siracü'n-Nûr'da şöyle der;

 

 "Hasan Feyzi'nin Denizli ve hapsinin ve civarının has talebelerini temsil ederek, onların namına üstadının vasiyetnamesi ve zehirlenmeden şiddetli hasta olması münasebetiyle yazdığı bir mersiyedir. Vefat haberini almış gibi kalemi ağlamış. Lahikaya geçirilsin."

 

Her peygamber, doğru yolun temsilcisidir ve kendisine inanıp tâbi olanlara "cennet"i müjdeler. Said Nursî de, müritleri için "iman ile kabre girmeyi, cenneti gitmeyi" garantiler. Nur Risaleleri, bunlarla yetinmez. İmanlılarına cenneti garantileme babında sorgu meleklerine Risale-i Nur ile cevap verileceğini de ileri sürer. Tabiî ki o zaman şakirtler, başka kitapları değil Nur Risaleleri'ni tekrar tekrar okumak zorunda kalmaktadırlar!

 

Âsâ-yı Mûsa, Onbirinci Mesele'de konuyla ilgili olarak;

(...) kabre gelecek olan Münker-Nekir isminde Melâikeleri ehl-i hak ve hakikat yolunda gidenler için birer munis arkadaş yapan ve Risale-i Nur'un Şâkirdlerini talebe-i ulûm sınıfına dâhil edip Münker-Nekir suallerine Risale-i Nur ile cevap verdiklerini merhum kahraman Hâfız Ali'nin vefatıyla keşfeden ve hayatta bulunanlarımızın da yine Risale-i Nur ile cevap vermemizi rahmet-i İlâhiyyeden dua ve niyâz eden (...)"

 

Her peygamber, kendisine tâbi olmayanları Allah'a havale eder ve onlara Allah'ın vaîdini belirtir. Said Nursî'ye ve Nur Risaleleri'ne karşı çıkanların başlarına neler geldiği/geleceği Risalelerin birçok yerinde aktarılır.

 

Said Nursî, resullük değil nebilik iddiasında olduğundan, bu tebşiratı; Ebced gibi hurafelere dayanarak Kur'an ayetlerine, Hz. Ali'ye, Şeyh Geylânî'ye yaptırmıştır. Sonuç olarakta; Nurculuk yeni bir din, Risale-i Nur bu dinin kutsal kitabı, Said-i Nursi ise haşa peygamberleridir.(!)

 

3-Said-i Nursi; Risale-i Nur ile yeni bir din mi getirmiştir?

Zülfikar Mecmuasında Said-i Nursi'nin müritlerinden Hasan Feyzi derki; "İslâmiyet güneşinin doğuşundan tam öndört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlâhî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir ni'met bizlere ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Yârabbi!.

 

Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır. Ey Risale-i Nur! Fakat o kadar fasih ve beliğ ve edâlı ve sadâlı ve nağmeli yazılmış ve bütün harflerin birbirine dayanarak kelime ve kelâmların siyak ve sibak, intizam ve insicam ile dizilmiş ve bunlar birbirine o kadar kuvvet ve kudret ve metanet vermiş ki: Mensur ve Türkî ibâreli olduğun halde, yine mislin getirilemez. Senin gibi parlak bir eser, bir daha kimseye nasib olmaz."

 

Allahü Teala şöyle buyurur:

 

"Senin kavmin, O (Kur'an) hak iken onu yalanladı. De ki: "Ben, üzerinize bir vekil değilim." (6/66) 

 

"Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." (10/15)

          

Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

 ................................................................................................................................
BU DA BAŞKA BİR ÇALIŞMA  LÜTFEN DİKKATLİCE OKUYUN

1. Risalei Nur denen kitaplar kutsal mıdır, değil midir?

Risalei Nur denen kitaplar kutsal ise Allah Kur’an’dan sonra bir başka ilahi kitap göndermiş olurki bu idda yeni bir din,yeni bir ilahi kitap ve yeni bir peygamber demek değil midir? Risalei Nur denen kitaplar kutsal değildir deniyorsa öyleyse; Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833.de geçen “Resailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.” Cümlesinin ne anlama geldiğini düşünüp Said Nursiye göre bu risalelerin arştan inen kitaplar olduğunu öğrenmeleri gerekmez mi?

2. Said Nursi bilgi birikimini ölmüşlerden, rüyalarından ve vehimlerinden mi edinmiştir?

Said Nursi bilgi birikimini ölmüşlerden, rüyalarından ve vehimlerinden edinmişse Kur’an’a göre böyle bir bilginin gerçekliği, güvenilirliği ve sahihliği ne ölçüde doğrudur? Said Nursi bilgi birikimini ölmüşlerden, rüyalarından ve vehimlerinden değil de alimlerden edinmişse ( bunlar kim ve eğitimi kaç yıl sürmüştür?) öyleyse; Emirdağ Lahikası, c. II, ‎s. 1 1768. de geçen “Yeni Said'in hususî üstadı olan İmamı Rabbanî, Gavsı Azam ve İmamı Gazalî, Zeynelâbidîn (R.A.) hususan Cevşenül Kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım ve Hazreti Hüseyin ve İmamı Ali'den (Kerremallahü Vechehu) aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenül Kebir'le daima onlara manevî irtibatımda, geçmiş hakikatı ve şimdiki Risale-i Nur'dan bize gelen meşrebi almışım.” sözüyle Said Nursi kendini kutsallaştırma çabalarına mı girmiştir?

3. Said Nursi; ne olursa olsun her zaman her şeyi bilen birisi midir?

Said Nursi; ne olursa olsun her zaman her şeyi bilen birisi ise: Her zaman her şeyi bilen sadece Allah değil midir? Böyle bir inanç şirk, küfür değimlidir? Said Nursi; ne olursa olsun her zaman her şeyi bilen birisi değilse; Bediuzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, c. II, s. 2123-2124 de geçen “Rüyasında Peygamberimizden ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla ona Kur’ân ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir” cümlesi Said nursinin her zaman her şeyi bildiğini anlatmıyor mu? Said Nursi’nin ilim hayatını üç ayda tamamladığı, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verdiği ve bu özelliğin ona rüyasında Peygamberimiz tarafından verildiği iddiası, isbatı olmayan büyük bir yalan mı yoksa onu kutsallaştırma çabası mıdır?

4. Said Nursi Peygamberlik iddasında bulunmuş mudur? Kur’an’da Hz.Muhammed’e açıklanmadığı halde Said Nursi’ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei Nur; Kur’an’nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?

Bu sorulara cevabınız evet ise Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler ise yeni bir ilahi kitap, Kur’an sırlarla dolu açıklanmamış gizli bir kitap, Hz.Muhammed ise Kur’an’ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları ümmetten saklamış bir peygamber olur ki böyle bir iddia küfür olmaz mı? Bu sorulara cevabınız hayır ise öyleyse; Şualar, Birinci Şua, Yirmi dördüncü Ayet ve Ayetler, Üçüncü Nokta, c. I, s. 842. de geçen “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! Tenzil’ül-Kitab cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübîn'in nüzulü olduğu gibi, manayı işarîsiyle de, her asırda o Kitabı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor...” sözü büyük bir hayal mi yoksa Said nursiyi ve Risaleleri kutsallaştırma çabaları mıdır?

5. Risale Nurlar; Kuranı tasdik eden,tefsir eden,( varsa) sırlarını açıklayan ilahi bir kitap mıdır? Veya Risale Nurlar; Kur’ân’daki âyetlerin âyetleri midir?

Bu soruya cevabınız evet ise Kuranın son ilahi kitap olduğunu ret etmiş olmaz mısınız? Bu soruya cevabınız hayır ise öyleyse; Şualar, Birinci Şua, Yirmi ikinci Ayet ve Ayetler, c. I, s. 841 de geçen “Resail’in-Nur denilen otuz üç aded Söz ve otuz üç aded Mektub ve otuz bir aded Lem'alar, bu zamanda, Kitabı Mübin'deki âyetlerin âyetleridir. Yani, hakaikının alâmetleridir ve hak ve hakikat olduğunun bürhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaiki imaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir”. Sözüyle ve yukarda geçen sözleriyle Said Nursi, Allah’ın “Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79) ayetinin muhatabı olmuş olmaz mı?

6. Said Nursî; Hz. Ali’ye Sekine adında bir kitap indiğini, geçmiş ve gelecek bütün ilim ve sırların o kitapta olduğunu ve orada Risale-i Nurlara işaret edildiğini iddia etmiş midir?

Cevabınız evet ise; Said Nursi, Hz. Ali’nin yeni bir peygamber hatta bütün gaybı bilen ( ki bu sadece Allaha ait bir özelliktir) bir insan olduğunu kabul etmiş olmaz mı? Böyle bir inanç Kur’ana göre küfür değil midir? Cevabınız hayır ise ; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c. II, s. 2079; de geçen : “Hazreti Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzuru Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâim’üs-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu Ismi Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: "Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur." Sözüyle İslam dininin berraklığı bulandırılıp akıllara şianın sapık ve şirk kokan fikirleri mi sokulmak isteniyor?

7. Risalei Nur kusursuz, eksiksiz, izaha ihtiyacı olmayan ve mükemmel bir kitap mıdır?

Cevabınız evet ise Kur’an dışında kusursuz, tam ve mükemmel bir kitap olabilir mi? Bu iddia insan eliyle yazılmış bir kitap için aşırı gitmek değil midir? Cevabınız hayır ise Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415. de geçen “Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin'in nurlu lemeâtıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”. Sözüyle delilsiz bir şekilde risaleler kutsallaştırılmış mıdır?

8. Bu devirde; “Urvet-ül vüska”, yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani Allah’ın ipi olan kitap Kuran mıdır yoksa Risalei Nur mudur?

Bu soruya cevabınız evet Risaledir diyorsanız Bakara 2/256; Ali İmrân 3/103. ayetlerinin hükmü kaldırıldı da bizim mi haberimiz olmadı? evabınız hayır ise Şualar, On Birinci Şua, Onbirinci Meselenin haşiyesinin bir lahikasıdır, c. I, s. 985.de geçen “Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani Allah’ın ipidir.” Sözü insanları Risalelere mahkum edebilmek için söylenmiş bir söz müdür?

9. Müslümanların şeriat, dua, ve ibadet kitabı Kuran mıdır, yoksa Risaleler midir?

Cevabınız Risaleler ise Kuran dışında başka bir ilahi kitap olduğunu iddia etmiş olmaz mısınız? Cevabınız hayır ise ; Emirdağ Lahikası I, c. II, s. 1719. de geçen “Risale-i Nur'un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr-ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlmi Kelâm, hem bir kitab-ı İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san'at, hem bir kitabı belâgat, hem bir kitabı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır”. Cümlesi Said Nursiye göre Kuran gibi Risalelerinde kutsal olduğunu göstermez mi?

10. Risalelerdeki bazı bölümler, Said Nursiye Allah tarafından; haberi olmadan, zorla mı yazdırılmıştır?

Cevabınız evet ise böyle bir iddiayı hangi akla ve mantığa göre ileri sürmektesiniz? Cevabınız hayır ise; Kastamonu Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup, c. II, s. 1589; ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Yayınevi İstanbul 1991, s. 33. de geçen “Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bâzı def'a haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, ince hakaik-ı îmaniye ve kuvvetli hüccetler, müteaddit risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ediyordum: Neden bunlar bana unutturulmuş, tekrar yazdırılmış? Sonra kat'î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nura muhtaçtır, fakat umumunu elde edemez; etse de tam okuyamaz; fakat küçük bir Risale-’in-Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes'eleleri ondan okuyabilir. Ve gıda gibi, her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi o da mütalâasını tekrar eder.” Sözüyle Said Nursi kendisine Allah tarafından bir şeyler yazdırıldığını dolayısıyla Allahın seçilmiş kulu olduğunu mu iddiaya çalışmaktadır?

11. Bu devirde Müslümanlar Kurana mı yoksa Risalelere mi muhtaçtır? Müslümanların tekrar tekrar okuması gereken kitap Kuran mı yoksa Risaleler mi?

Cevabınız Risaleler ise Kuranın tarihte kaldığını veya yeteri kadar insanlığın sorunlarına cevap veremediğini iddia etmiş olmaz mısınız? Cevabınız Kuran ise; Kastamonu Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup, c. II, s. 1589; ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Yayınevi İstanbul 1991, s. 33. de geçen “Sonra kat'î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nura muhtaçtır, fakat umumunu elde edemez; etse de tam okuyamaz; fakat küçük bir Risale-’in-Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes'eleleri ondan okuyabilir. Ve gıda gibi, her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi o da mütalâasını tekrar eder.” Sözleriyle Said Nursi yazdığı kitaplarını kutsallaştırıp Kuranın önüne geçirmeye mi çalışmaktadır?

12. Said Nursiye göre Hz. Ali ve A.Kadir Geylani gibi zatlar geçmiş ve gelecekle ilgili gaybi olayları bilebilirler mi?

Cevabınız evet ise "Allah sizi, gaybı bilir hale getirecek değildir.” (Al-i imran 3/179) ayeti ne anlam ifade eder? evabınız hayır ise Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem’a, c. II, 2091. de geçen; “Gaybı Allah'tan başkası bilmez.” Ayeti ile, “O bütün gaybı bi¬lir, gaybını kimseye açıklamaz. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır.” Ayetinin koyduğu kutsal yasağa karşı kulluğa yakışır bir güzel edep takınmak için açıklama yapmayıp işaretle söyleme yoluna girmişler, işaret ve simgeler kullanmışlardır ki, gayb ile ilgili bu bilginin, kendilerinin tercihi veya niyetiyle değil, Allah’ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın. Söüyle Said Nursi bu kişilerin gaybı bildiklerini fakat kudsi yasağa (sanki böyle bir yasak varmış gibi) uydukları için açıklamadıklarını iddia etmiş olmuyor mu?

13. Ölmüş bir insan kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayan başka bir insana yardım edip sıkıntısını giderebilir mi? Böyle bir iddiada bulunan kişinin islama göre durumu nedir?

Cevabınız evet yardım edebilir ise; “Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 27/62) “De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. (isrâ 17/56) ayetleri boşuna mı indirilmiştir? Cevabınız hayır yardım edemez, bu islama göre şirktir diyorsanız; Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083. de geçen ve Said Nursinin onayladığı ve A.Kadir Geylaniye ait olduğu söylenen: "O Gavs'ın müridi olan Said-ül-Kürdî, Rusya'da esaretle Asyanın şark-ı şimalîsinde ve ehl-i bid'anın eliyle Asyanın garbına nefyolunarak kaldığı mikdarca ve Sibirya taraflarından firar edip fevkalâde çok bilâdı seyr ü seyahat etmeğe mecbur olduğu zaman, Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdad etmişim ve istimdadına yetişmişim." Sözü şirk değilse nedir?

14. Kendisinden yüzyıllar önce ölmüş bir insandan yardım istemek Kurana göre şirk midir?

Cevabınız evet şirktir ise; Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084 de geçen: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir." Sözüyle üstadınız şirke mi düşmüştür? Cevabınız hayır şirk değildir ise; De ki: “Allah’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? Allah bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zümer 39/3 Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 35/14) ve daha onlarca ayet şirk konusunda size herhangi bir mesaj vermiyor mu?


15. Risale-i Nur'un manevî kişiliği (her kimse artık!!), ve talebelerinin manevi kişiliği Gavs-ı Âzam mıdır?

Cevabınız evet ise; İslama göre “Gavs” (kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah değil midir? Aksi şirk olmaz mı? Cevabınız hayır değildir ise; Kastamonu Lâhikası Mektup No: 121, c. II, s. 1644. de geçen “Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "Ferdiyet" dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır.” Sözüyle Said Nursi birilerini “Gavs” olarak kabul etmiş olmuyor mu?

16.Said Nursi “Bediüzzaman” mıdır? (Bedi’in sözlükte iki anlamı vardır: Biri; örneği ve benzeri olmayanı yaratmaktır. Bu özellik yalnız Allah’ta olur. Bedi’in ikinci anlamı; “örneği ve benzeri olmayan varlıktır)

Cevabınız evet ise; “O (Allah), göklerin ve yerin bedi’idir.” Bakara 2/117) Yani gökleri ve yeri, örneği ve benzeri yokken yaratmıştır. Ayeti “bedii” sıfatının Allaha ait bir sıfat olduğunu göstermez mi? Bu inanç şirk değimlidir?

17. “Risalei Nur” darda kalanlara ve günahkarlara yardım edebilir mi?

Cevabınız evet ise; “Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 27/62) “De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. (isrâ 17/56) ayetlerine göre şirke düşmüş olmaz mısınız? Cevabınız hayır ise; Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.2102 de geçen bir şiirde: “Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!” derken Risalei nurlar sığınılacak, af dilenecek makam olarak gösterilmiyor mu? Bu bir şirk değilmidir?

18. Said Nursi “Tenasüh” (Ruh Göçü) ne inanır mı?

Cevabınız evet ise; bu inancın Kurana göre küfür veya şirk olduğunu biliyor musunuz? Cevabınız hayır ise; Said Nursî, İşârât, c. II, s. 2340. de geçen: “Ben bu anda, seksen Said'den telhis (özü) ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar (Ruh göçü) ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.” Cümlesindeki “Göç” neyin nesidir?

19. Said Nursi mehdi midir?

Cevabınız evet ise; “Mehdi” inancının Kurana zıt olduğunu ve Hristiyanlıktan geldiğini biliyor musunuz? Cevabınız hayır ise; Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, c. II, s.1064 de geçen “Risale-i Nur'un şahsı mânevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telâkki ediyorlar. Bir kısmı, o şahsı mânevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhir zamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar.” Sözüyle Said Nursi kendisinin “Mehdi” olduğunu iddia etmiyor mu?


20. Zamanımızda İmanı kurtarmanın veya kurtuluşun tek yolu Nur cemaatına girip Risaleye mi tabii olmaktır?

Cevabınız evet ise; İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakk (Kuran)’ın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus 10/31-32) ayetini okuyup iyice düşünün. Kurtulmanın yolu Kuran mı yoksa Hakkın ötesi olanlar mı? Cevabınız hayır ise; Emirdağ Lâhikası (1), Mektup No: 81, c. II, s.1733. de geçen “Bu acip ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, güvenimizin en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur'un nurânî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz”. Sözleriyle Said Nursi kurtuluş yolu olarak Risalelere sığınmayı, kutsal cemaatına girmeyi göstererek insanları saptırmıyor mu?

21. Risalelerin yolunda çalışmak, hizmet etmek günahlara kefaret midir?

Cevabınız evet ise; Ne zamandan beri Risaleler af kapısı oldu!! Veya Kur’an’ı kullanarak Kur’an’ın önüne geçti? Bizzat Kur’an’a hizmet dururken insanları O’ndan çevirmek doğru mudur? Cevabınız hayır ise, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, c. II, s. 2061. de geçen. “Kur'an lemeatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nura değil ilişmek, tamamiyle terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belâlara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.” Cümlesiyle Said nursi kitaplarını kutsallaştırıp Kur’an’ın önüne geçirmiyor mu?

22. Hz.Ali Risalei şefaatçı kılıp yardım istemiş midir?

Cevabınız evet ise, Hz. Ali 20.yy’ da Risalelerin yazılacağını nereden biliyordu? Yoksa Gaybın anahtarlarına mı sahipti? Cevabınız hayır ise; Şuâlar, On Beşinci Şuâ, c. I, s. 1116. de geçen “ Birinci Kelime Lâ ilâhe illallah tır. Bundaki hüccet ise matbu' Âyetü’l-Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur'un eczalarından haber verdiği sırada Ayetül Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru deyip o Âyetü’l-Kübra'yı şefaatçı yaparak…” cümlesi neyin nesidir?

23. Risaleler itfayeciler gibi yangına engel olabilirler mi?

Cevabınız evet ise; bir fırının içine tüm risalelerle birlikte girmenizi teklif etsem kabul edermisiniz? Cevabınız hayır ise, Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup, c. II, s. 1723. de geçen: “ bîçare Ceylan yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı.” Sözleriyle Said Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk işlemiyor mu?

24. Said Nursi’nin; büyücü ve sihirbazların kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan ebced-cifir hesaplarını kullanarak Kur’an’ın 33 ayetini, kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için saptırmasının islamda yeri var mıdır?

Cevabınız evet ise; “Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). …... Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. ….” (Nisa 4/46) ayetinin muhatabı sadece Yahudiler midir? Bu ayet Müslümanlara da hitap etmez mi? Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi) yapınca tefsir mi olacak?? Cevabınız hayır; yeri yoktur,sapıklıktır diyorsanız: Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 832. de geçen sözde ayet tefsirlerine ve özellikle Nur suresi 35.ayetin yorumlarına bakmanızı öneririm.

25. Risale talebeleri sürekli Kur’an okuduklarını ve onun hizmetiyle uğraştıklarını zaten Risale okumanın da Kuran için olduğunu iddia eder dururlar. Bende bu insanlara soruyorum: Aşağıdaki ayetleri hiç okudunuz mu? Bu ayetler hakkında Said Nursi ne diyor? Bu ayetleri okuyup düşünmenin ve birilerininki gibi değil, Allahın istediği gibi bir Müslüman olmanın zamanı gelmedi mi?

“Dinlerini bölük bölük ayırıp her biri ayrı bir cemaat olanlar var ya, sen hiçbir konuda onlardan değilsin. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra onların yaptıkları kendilerine bildirilecektir.” (En’am 6/159)

Sonra insanlar, bir takım kitapların etrafında kümeleşip din konusunda bölük bölük oldular. Her bölüğün, kendi yanındakine güveni tamdır. Onları, daldıkları hayalleri içinde bırak; bir süre böyle gitsin. Onlara mal ve oğullar vermemizi nasıl değerlendiriyorlar? Onlara mal kazandırmak için mi koşuyoruz? Hayır; fark edemiyorlar.” (Müminûn 23/52-56)

 
  Toplam 188483 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol