İslam Akidesi
  MEZHEPLER ÜZERİNE SORULAR CEVAPLAR
 

Mezheb üzerine yapacağımız bu ikinci dersin konusunu, mezheplerle ilgili sorular ve cevaplar oluşturmaktadır. Ele alacağımız sorular, çeşitli vesilelerle bize yöneltilmiş olan sorulardır.

1. Mezheplere Bakışımız Nasıl Olmalıdır?

Mezhepler (fakihlerin farklı görüşleri), bir konuyla ilgili olarak nasıl hükümler verilebileceğine dair bizlere fikir vermektedir. Bu noktada bir kanaatimizi maddeler halinde ortaya koymak isteriz:

a) Bazı konularda doğru tektir: Helallik-haramlık, sıhhat-fesad gibi hükümler aynı konu hakkında ileri sürülüyorsa, elbetteki bunlardan sadece biri doğrudur. Aksi takdirde çelişki söz konusu olur. İslâm’da ise çelişki yoktur. Sözgelimi, midye ya helaldir ya haramdır. Midyenin Şafiilere helal, Hanefilere ise haram olması düşünülemez. Şu halde iki görüşten biri yanlıştır. Böyle konularda birden fazla doğru olduğu söylenemez.

b) Bazı konularda eşit olan doğrular vardır: Mükelleflere birbirine denk olan alternatiflerin sunulduğu durumlar vardır. Örneğin, yemin keffareti. Yüce Allâh, Mâide sûresinin 89. âyetinde yemin keffaretini bildirirken “Yemin keffareti ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri doyurmak veya onları giydirmek ya da bir köle azad etmektir” buyurmaktadır. Buna göre mükellefler bu üç doğrudan dilediklerini seçebileceklerdir. Bu genişlik ictihâdî hükümler için de geçerlidir.

c) Bazı konularda eşit olmayan doğrular vardır: Mükelleflere biri diğerinden/diğerlerinden üstün alternatiflerin sunulduğu durumlar da söz konusudur. Örneğin oruç tutmaya zor güç yetirenlerin hükmü. Yüce Allâh, Bakara sûresinin 184. âyetinde “oruca zor güç yetirenler fidye verebilir… Ama bilseniz oruç tutmak sizin için daha hayırlıdır” buyurmaktadır.

Mezhep görüşlerine bu gözle bakmanın daha sağlıklı olacağını düşünmekteyiz. En doğrusunu Allâh bilir!

2. Dört Mezhebin Dışındaki Mezhepler Bâtıl mıdır?

Halk arasında sadece dört mezhebin hak olduğu şeklinde yaygın ve yanlış bir anlayış vardır. Oysa, fıkıh tarihini inceleyen herkes bilir ki, ehl-i sünnet olarak adlandırılan mezheplerin sayısı onlarcadır. Bunların çoğu, uyanları kalmadığı için günümüze ulaşamamıştır. Ancak görüşleri fıkıh kitapları yoluyla günümüze kadar gelmiştir. Zamanımızın fıkıh alimleri de bunlardan faydalanmaktadır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde 1917’de yürürlüğe giren Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nde İbn Şübrüme gibi dört mezhebin dışından bir müctehidin görüşlerine yer verilmiştir. Olması gereken de zaten bu genişliği sağlamaktır. Ancak dinin özünü anlamaktan uzak bazı kimseler, dört mezhebin dışında olan yetkin bir alimin görüşlerine uymayı bâtıl sayabilmektedirler. Onlara sormak lazım! Dört mezhebin hak ve diğer mezheplerin bâtıl olduğunu veya onlara uyulamayacağını size kim bildirmiştir? Allâh ve Rasulü’nün söylemediği bir şeyi siz nasıl emrediyorsunuz?

3. Asıl Olan Delillere Tabi Olmak mıdır, Yoksa Kişilere Tabi Olmak mıdır?

Asıl olan, delillere tabi olmaktır. Bunu, mezheb imamlarının uygulamalarında da görmekteyiz. Ebû Hanife’nin öğrencileri olan Ebû Yûsuf, Muhammed ve Züfer gibi birçok alim Ebû Hanîfe’ye muhalefet etmiştir. Hiçbiri: “Ebû Hanîfe ne demişse odur. Ona muhalefet etmek ne haddimize!” dememiştir. Aynı şey diğer imamların talebeleri için de geçerlidir. Zaten öyle olmasaydı, bugün birbirinden farklı görüşlerin olması mümkün olmazdı. Bu gerçek herkesin gözünün önünde olduğu halde, bazı kimseler, fıkhî meselelerde yeni görüşler ileri sürülmesine körü körüne karşı çıkmaktadırlar. Oysa ilim ehline yakışan bir hükmün yanlış olduğunu delillerle ispat etmektir. Sadece yeni olduğu veya önceki görüşlerle uyuşmadığı için reddetmek değildir.

Rasûlullâh (s.a.v.), müminlerin sapmamasını mezheplere değil, Kitap ve Sünnete uymalarına bağlamıştır. Alimlerin çalışmaları, eserleri ve onlara izafeten kurulan mezhepler, halkın Kitap ve Sünnet hükümlerini öğrenmelerine ve bunlara uymalarına ancak vasıta olabilirler. Bu faaliyetlerin meşruiyetleri buna bağlıdır. Dolayısıyla bir alim bunlara muhtaç olmaksızın doğrudan doğruya Kur’ân, Sünnet ve sahâbe uygulamalarıyla temas kurabiliyor, bu kaynaklarda aradığı bilgileri buluyor ve bunlara uyuyorsa, bu ümmetin en hayırlıları olan ilk üç neslin yoluna düşmüş, istikâmeti bulmuştur; böylesine mezhepsiz denemez ve bu davranış kınanamaz.[1]

Mukallid, sözüne uyduğu imamın delillerini incelemediği, bu uyuşu bir tercihe dayanmadığı, ilim ve akıldan çok his ve telkine bağlı bulunduğu için kendisine kitap ve sünnetten bir delile dayanan, fakat mezhebine uymayan bir hüküm getirildiği zaman “eğer bu dediğiniz gibi olsaydı, benim imamım onu bilirdi...” gibi temelsiz iddialarla gerçeğe sırt çevirebilmektedir. Halbuki sahâbe de dahil olmak üzere her nesilden büyük müctehidlerin bilmediği nice delil ve hükümler olmuştur.[2]

İzzuddin b. Abdisselâm (ö. 660/1262), konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Şaşılacak şeydir ki, mukallid fıkıhçılar, imamlarının dayanağı olan delilin zayıf olduğuna vakıf oldukları ve bu zayıflığı giderecek bir delil de bulamadıkları halde, yine imamlarını taklîd etmekte, kitap ve sünnetin teyit ettiği hükmü çürük tevillerle ve sırf imamını savunmak için terk etmektedirler... Bu mutaassıp mukallidler zuhur edip de imamlarını sanki peygambermiş gibi taklîd etmeye başlayıncaya kadar halk dilediği alimden müşkilini soruyor, bir mezhebe bağlı kalmıyor ve kimse de bunu ayıplamıyordu.”[3]

4. Bir Mezhebe Bağlanmak Farz mıdır?

Bir mezhebe bağlanmak ve hep ona göre amel etmek farz değildir. Çünkü Allâh (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.) böyle bir şey emretmemiştir. Onların emretmediği bir şey farz olamaz. Müslümana emredilen belli bir mezhebe bağlanmak değil, dinini öğrenmek ve takıldığı yerde sorularını ilim ehline sormaktır. Bu noktada belli bir alim şart koşulmamıştır. Önemli olan sorulan alimin yetkin ve ihlaslı bir kimse olmasıdır. Bu tür alimler çok sayıda olunca bazen birine bazen de diğerlerine soru sorulabilir. Mezhepler için de aynı durum geçerlidir. Kişi bir konuda bir mezhebin diğer konuda veya diğer zamanda başka bir mezhebin görüşüyle amel edebilir. Bu, caizdir.

Konuyla ilgili olarak meşhur Hanefî alimi İbn Âbidîn şöyle demektedir:

“Bir insanın belli bir mezhebe bağlanması şart değildir. Birbiriyle bağlantısı olmayan iki ayrı olayda iki ayrı mezheple amel etmesi caizdir.”

“Kişi bir gün bir mezhebe göre namaz kılar, ertesi gün başka bir mezhebe göre kılmak isterse bundan men edilemez.”

“Ulema arasında şüyu bulduğuna göre avamın mezhebi yoktur.”[4]

İbn Âbidîn’in bu sözleri Hanefî usûl kitaplarına dayanmaktadır. Yani bu görüş, Hanefilerin genel kanaatidir. Durum böyle olmakla birlikte, ne usûl ne de fürü bilmeyen kimseler bu konuda esip gürlemekte ve halkımızın kafasını karıştırmaktadırlar.

Yine Hanefî alimlerinden Abdülganî en-Nablûsî, konuyla ilgili olarak Hulâsatu’t-Tahkîk adlı eserinde şu ifadeleri nakletmektedir:

“Belli bir mezhebe bağlanmak farz değildir. Çünkü Allâh ve Rasulü’nün farz kıldığı dışında farz yoktur. Allâh ve Rasulü belli bir kimsenin mezhebine bağlı kalınmasını ve başkalarından kaçınmayı farz kılmamıştır. Hiçbir müctehid de: ‘Bana uyan, başkasına uymasın!’ dememiştir.”

Bir başka Hanefî alimi İbnü’l-Hümâm da, şöyle demiştir:

“Bir kimse, kendisine kolay gelen hükümle amel edebilir. Bunu yasaklayan hiçbir delil yoktur. Aksine Rasûlullâh (s.a.v.) ümmetine kolay gelen şeyleri tercih ederdi.”

Bu tür ifadeler, usûl kitaplarında çokça kullanılmıştır. Gerçek, budur. Aksini iddia edenler olsa da, dinimizin ilkeleriyle ve salim akılla uyuşan hüküm budur.

5. Belli Bir Mezhebe Bağlanmamak Günah mıdır?

Aslında bu sorunun cevabını az önce verdik. Belli bir mezhebe bağlanmak farz olmadığına göre, belli bir mezhebe bağlı olmamak da günah değildir. Alim veya cahil herkesin fıkhî zenginliğimizden faydalanma hakkı vardır. Ancak en güzeli, delili sağlam olan görüşleri tercih etmektir.

İlmî alt yapısını tamamlayıp âyet ve hadislere göre hareket eden bir kimse en güzel yola girmiştir. Böylelerini mezhepsizlikle suçlamak doğru değildir. İşin garibi şu ki, günümüzün müctehid alimlerinin müctehid olmadığını söyleyenlerin hiçbiri müctehid değildir. Boş yere konuşmaktadırlar.

Bütün bunları anlattıktan sonra şunu da ifade edelim:

Geçmiş müctehidler hata yapabildiği gibi, günümüz müctehidleri de hata yapabilir. Burada önemli olan, iyi niyetle hareket eden ilim erbabını asılsız suçlamalarla kötülememektir. Yanlış oldukları yetkin alimlerce ispat edilen görüşleri elbette reddedilebilir. Ancak dediğimiz gibi bunu yetkin alimler yapacaktır. Fıkhın “f”sinden habersiz olan, Arapça bilmeyen, usûl ve fürû’ okumayan kişilerin hamâset yapması asla doğru olamaz.

*   *   *

Şartlanmış ve cahil zihinler büyük bir problemdir. Bunu sizlerle bir deney yaparak ispatlayalım:

Efendim, Arapça okuyabilsin yada okuyamasın herkesin Türkçe ibadet etmeye hakkı vardır.[5] Cariyelerin avret mahalli dizle göbek arasıdır. Cariyeler göğüsleri açık namaz kılabilir.[6]

Nasıl, çok garipsediniz değil mi? Benim hakkımda ne belli kiminizin aklından ne kötü düşünceler geçti. Halbuki, bütün bu hükümler Hanefî fıkıh alimlerinin bir kısmına ait görüşlerdir ve hepsi de bize göre yanlıştır. Çünkü delil itibariyle hiçbiri kuvvetli değildir. Başlangıçta bu hükümlerin bana ait olduğunu düşünüp öfkelenen kimselerin bir kısmının şimdi: “Herhalde bu hükümlerin de bir hikmeti vardır!”, diyor olması muhtemeldir.

Bu deney, bizim şahıs eksenli düşündüğümüzü, saygı duyduğumuz insanlara hata yakıştıramadığımızı gösteren basit bir deneydir. İşte bu yaklaşım büyük bir problemdir. Kişileri kutsamak, onları eleştirilemez saymak son derece yanlıştır. Bu yanlış, atalarının yoluna uymadığı için hakkı inkar eden müşriklerin düştüğü hatanın benzeridir. Yüce Allâh, çeşitli sûrelerde bizleri bu hataya düşmememiz için uyarmıştır. Ama heyhat!

Son olarak şunları söylemek isterim: İnsanlara dini anlatan öğretmen, imam, vaiz ve diğer kardeşler! Lütfen kendinizi iyi yetiştirin! Ön yargılardan sakının! Objektif olun! Allâh ve Rasûlünün önüne kimseyi geçirmeyin! Kendi tercihlerinizi insanlara dayatmayın! Bilmediğiniz konularda konuşmayın! Din hakkında konuşabilmek için orta seviyede tefsir, hadis, fıkıh, akâid ve usûl bilmeniz gerektiğini unutmayın! Durumunu bilmediğiniz hadisleri nakletmeyin!

İlmi alt yapısı olmayan hatip kardeşlerim! Din noktasında ahkam kesmekten sakının! Hocanızın, üstadınızın veya şeyhinizin kitaplarını okuyarak alim olamayacağınızı bilin! Bu dinin, öğrenilmesi gereken temel ilimleri vardır. Önce onları öğrenin! Okuduğunuz kitaplara geçmeden önce Allâh’ın kitabını ve Rasûlü’nün hadislerini okuyun! Ahirette size bunlar sorulacak! Bunları ihmal edip okuduğunuz kitaplar sizi yetiştiremez. Kökleri terk edip şahıslara bağlanmayın! Şahısları kutsamayın! Onların sözcüsü olmayın!

Dost acı söyler! Hak yolcusuna yaraşan acı da olsa hakka uymaktır.

Hatip kardeşlerim! Emr-i bilmaruf nehyi anil münker yapmak, iyiliğe özendirip kötülükten sakındırmak görevimizdir. Nedense iyiliği emrediyoruz, ama kötülükten sakındırmıyoruz. Halkın yanlış inanç ve davranışlarını gördüğümüz halde onları kırmamak ve fitne çıkarmamak bahanesiyle bunlara müdahale etmiyoruz! Falan ya da filan kişiye müceddid diyoruz. Onun dine bulaştırılan yanlışları ayıkladığına inanıyoruz. Ancak onun yolundan gitmiyoruz. Bilerek veya bilmeyerek hakka rağmen halkı memnun ediyoruz.

Siyaset yapalım derken sözü o kadar eğip büküyoruz ki ortada hakikat kalmıyor. Rasûlullâh (s.a.v.)’in hak noktasında asla taviz vermediğini ve bu yolda her türlü zorluğa katlandığını unutuyoruz. Amacımızın halkı memnun etmek değil, onları hakka yöneltmek olduğunu unutuyoruz.

Yüce Allâh, hepimize ilim ve irfan ihsan eylesin! Başta aciz nefsim olmak üzere hepimizi hakkı hak bilip ona uyan ve bâtılı bâtıl bilip ondan sakınan Müslümanlardan kılsın!

Konuyla ilgili geniş bilgi almak isteyenlere Hayreddin Karaman’ın İslâm Hukukunda İctihâd ve Dört Risale adlı eserlerini okumalarını tavsiye ederim. Arapça bilen ve fıkıhla ilgilenen kardeşlere ise, klasik usul kitaplarına ve son dönemde yazılmış olan Vehbe Zuhaylî’nin iki ciltlik fıkıh usulünün ikinci cildine bakmalarını öneririm. Unutmayın! Ufkunuzun genişliği, okuduğunuz kitapların çokluğu ile doğru orantılıdır.



[1] Bkz. Hayreddin Karaman, Dört Risâle, s. 12.

[2] Bkz. Hayreddin Karaman, Dört Risâle, s. 17.

[3] Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, s. 163 vd.

[4] İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr (tercüme), I, 51, 94, 95.

[5] Bkz. Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, I, 297 vd.

[6] Bkz. İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr (tercüme), II, 110. Hanefî alimlerin azınlık görüşü olarak nakleder.

 

 
  Toplam 189248 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol