İslam Akidesi
  HASAN EL-BENNA
 

HASAN EL-BENNA
2004-12-01

 

 

        İmam Hasan El-Benna; 1906 yılında Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarındaki Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi. İlimle meşgul olan bir aileden geliyordu. İlk ve orta öğrenimini Mahmudiye’de yaptıktan sonra yüksek tahsil için Kahire’ye gitmiş burada “Darul Ulum” fakültesinden mezun olmuştur. Daha sonra İsmailiye şehrinde lise öğretmenliğine başlamıştır. Daha küçük yaşlarda kendisini dini ilimlere vermiş, bol miktarda ayet ve hadis ezberlemişti. Öğrenim yıllarında da bu ilmini devam ettirmişti. İçinde yaşadığı toplumun durumunu beğenmiyor, İslam’i ahlakın giderek silindiğini üzülerek görüyordu. Başta Mısır toplumu olmak üzere, bir çok İslam toplumunun durumundan endişe duyuyor, bu gidişe dur demenin gerektiğine inanıyordu. Bunun için Müslümanların bir araya gelerek birlik kurmaları gerektiğine inanıyordu. Önce bu fikirlerini kendi zihninde olgunlaştırdı. Daha sonra en yakın arkadaşlarına açtı. Bu fikri onlara kabul ettirdi. Aynı fikir ve düşünce çevresinde sayıları gittikçe artmaya başladı. Bu durumda artık bir çatı altında toplanma zamanı gelmiş, teşkilat kurulması kaçınılmaz olmuştu.

        Hasan El-Benna şöyle anlatıyor: “Zilkade ayının sıcak bir sabahı bağrı yanık, gönlü iman nuruyla dolu altı arkadaşım yanıma gelmişti. Hepsinin gözlerinde azim ve ümit ışıkları parlıyordu. Şöyle dediler “peki ne yapalım? Bu iş ağlamakla konuşmakla bitmiyor. Ne yapmamız gerekiyorsa öyle yapalım. Gerekirse malımızı canımızı her şeyimizi feda edelim. Sen bize önder ol, biz arkadan gelelim.” Onlar konuşurken gözlerim yaşarmıştı. Anlaştık, Allah’ın yüce kitabı üzerine yemin ettik. Artık bizler bu davanın kulu, kölesi idik. Bütün gücümüzle çalışacaktık.

          İlk beyanname olarak şu bildiri yayınlanmıştı:

         “Bu tüyler ürpertici, buhranlı devrede sesimizin en son perdesine kadar haykırıyoruz ! Yavaş ama öldürücü kasırgalardan daha kuvvetli, mütevâzi ama sarp kayalardan daha yüce, mahdut ama yeryüzünün bulutlarından daha geniş, bütün şahsi mücerred arzulardan uzak, Allah’ın azametine ve vahyine dayalı gayemizi takdim ediyoruz. Bütün samimi ve gönülden inanmış Müslümanları safımıza çağırıyoruz. Ahiret hayatının mutluluğunu isteyenler gelsin.”

          Ve… 1929 yılında merkezi İsmaliyye’de olmak üzere “İhvan-ı Müslimin” (Müslüman kardeşler) adlı teşkilatı kurdular Hasan El-Benna o sıra 23 yaşında idi ve bu teşkilata başkan seçildi. Artık “emri bil maruf” başlamıştı. Şehir-şehir, kasaba-kasaba, köy-köy dolaşıyor. İnsanlara İslam’ı anlatıyor, teşkilatın şubelerini açıyorlardı. Kısa zamanda teşkilatın şubeleri bütün Mısır’ı sardı.

         İhvan; bütün ülkeyi sarmış ve taraftarları artık devleti sarsar boyutlara ulaşmıştı. Bu durum; Mısır’ı sömüren İngiltere’nin dikkatini çekmiş ve bu duruma bir çare düşünmeye başlamıştı. Krala baskı yapıyordu.

         İhvan-ı Müslimin teşkilatı; İslam’ın iyi kavranılmasını, toplumun İslam’i prensipler çerçevesinde idare edilmesini savunuyordu. Bu amaçla bir çok yerde ensitütüler, okullar, hastaneler açıyordu. Ayrıca Kahire’de günlük olarak birde gazete çıkarılmaya başlanmıştı. Bu gazete İmam Hasan El-Benna’nın minberi durumundaydı. İnsanlara ve Müslümanlara bu minberden sesleniyor, davetini buradan da sürdürüyordu.

         Nihayet bu teşkilat öylesine büyüdü ki, Mısır sınırlarını aştı ve diğer Arap ülkelerinde de şubeler açmaya başladı. İslam toprakları üzerindeki en büyük teşkilat durumuna gelmiş bulunuyordu. Batılı ülkeler bu gelişme karşısında paniğe kapılmaya başladılar. Asırlardan beridir söndüremedikleri İslam ateşi yeni yeni sönmüşken yeniden parlamaya başlamasına izin vermek istemediler. Kral ve hükümetine baskı yapmaya başladılar. Amaç Müslüman kardeşleri daha küçük yaşta iken yok etmekti. Bu amaçla Hasan El-Benna’ya suikast hazırlanıyordu.

          Hasan El-Benna, 12 şubat 1949 Pazartesi günü akşamı saat sekizde evine dönerken hain bir el tarafından arabasına ateş açıldı. Kendisi ve beraberindeki arkadaşı Abdülkerim Mansur’u yaraladılar. Açılan kurşun yağmuruyla araba delik deşik olmuştu. Ama Hasan El-Benna öldürülememişti. Üstad Hasan El-Benna gece yarısı “El ayni sarayı” devlet hastanesinde ameliyat masasında bulunurken hiçbir kimsenin bu durumdan haberi yoktu. Kendi başına ve yapayalnızdı… Bunu fırsat bilen katiller hastaneye geldiler, doktordan odayı boşaltmasını istediler ve kendilerince yarım kalmış görevi bitirdiler ve onu ameliyat masasında şehit ettiler.

          O demişti ki;

        “Gayemiz Allah’tır, Önderimiz Rasulullahtır. Anayasamız Kur’an, yolumuz cihaddır. En yüce temennimiz Allah yolunda şehit olmaktır.”

       İmam Hasan El-Benna bu fikirler çerçevesinde cemaatin temelini attı. Etrafındaki yakın arkadaşları ve dava dostları onu artık kendileri için bir önder, bir imam bellemişlerdi. Ve bütün Müslümanlara tek ve yalnız başına yapılan çalışmalardan bir yarar gelmeyeceğini belirtiyor, bir çatı altında toplanmaya davet ediyordu. O İslam’ı bir bütün olarak algılıyor ve bir bütün olarak uygulamaya çalışıyordu. İnandığı davada içten ve samimi idi. Hiçbir hesabı yoktu. Allah rızasından başka. O önce şehitliği diledi. Allah’tan o makamı kendisine layık görmesini arzuladı ve arzusuna kavuştu. Şehid oldu.

 

          ŞEHİD İMAM HASAN EL-BENNA’DAN:

          “En büyük emelimiz Allah yolunda şehid olmaktır.”

         “Biz ölümün tehlikelerle dolu bir hayattan ebedi nimet ve saadetlerle dolu gerçek bir hayata geçiş köprüsü olduğunu biliyoruz. O halde biz ölümden nasıl korkarız?

         Peygamberimiz efendimiz (s.a.v.)’in şu sözü bu yolda canlarımızı feda etmemiz için kâfidir: “Allah’ü Teâlâ, yolunda cihad için çıkan kimseye kefildir: Kim sadece benim yolumda cihad etmek ve bana iman ettiği için, Peygamberimi tasdik ettiği için evinden ayrılırsa, bu kimse onu cennete koyacağım veya elde edecek mükafatıyla evine çevireceğimi garanti etmiş olur.”

         “Muhammedin nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda alınan herhangi bir yara kıyamet gününde aynı şekilde görülecek. Rengi kan renginde ve kokusu misk kokusunda olacaktır.

         “Muhammedin nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer Müslümanlar için zorluğa sebep olmasaydım, Allah yolunda cihad eden hiçbir müfrezeden geri kalmazdım.

          “Muhammedin nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, isterdim Allah yolunda cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim.”

          Ve Allah’ü Teâlâ’nın Kur’an-ı aziminde bizlere beyan ettiği şu ayeti celile kâfidir: “Sakın Allah yolunda can verenleri ölü sanmayın. Hakikatte onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar. Allah’ın lütfundan arkadan kendilerine kavuşamayanlara kendileri için korku olmadığını ve mahzun olmayacaklarını müjdelerler.” Al-i İmran 169-170

          Ey Müslümanlar; Şunu da bilmek gerekir ki, ölümden korkana ayet-i celilenin bir tesiri olmaz. O ayeti kerime ne kadar yüce, ne kadar ulvi olsa da.

         Ölümü hayata tercih eden kimse için ölümle hayat musâvidir. Peygamberimiz (s.a.v.) bize Hak uğrunda ölmekten korkmamayı öğretmiştir. Hiçbir şey bizi korkutmayacaktır. Ölümü hayata tercih eden bir milletin önünde hiçbir şey duramayacaktır.

 

           Ey Müslümanlar…

          İşte davamız bu… Esasını teşkil eden prensiplerde bunlardır. Bütün gücümüzle açıkça Allah’a davet ediyoruz. Başarıya ereceğimize tamamen güveniyoruz. Başka hiçbir şeye önem vermiyoruz.

 

 
  Toplam 189221 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol