İslam Akidesi
  TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM
 

 

 

TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM


            Özet

            Siyasal İslam’ın son yıllarda yükselişi ve Türkiye’de son seçimlerle birlikte bu düşüncenin temsilcisi olarak kabul edilen bir partinin iktidar olması, Siyasal İslam tartışmalarını yeniden ortaya çıkarmıştır. Bu tartışmalar çoğu zaman bilinçli bir şekilde, laiklik tartışmaları çerçevesinde alevlendirilmektedir. Bazı siyasi partiler de çoğu zaman siyasi İslamcı bir ideolojiye bürünerek, bu konuyu bir oy toplama aracı olarak görmüşlerdir.

Bu çalışmada Siyasal İslam’ın Türkiye’deki gelişimi, tarikatların siyasetle ilişkisi ve Siyasal İslamın Türkiye’de ne anlama geldiği incelenecektir.

 

Giriş

Siyasal İslam'ın yükselişi son yıllarda Türk siyasal yaşamının gündemini en çok meşgul eden konulardan biridir. "İslamcı-Laik" ikilemi çerçevesinde şekillenen bu gerginlik temelinde iki farklı medeniyet projesiyle ilgilidir. Laikliği temel alan cumhuriyetin çağdaşlaşma projesi, İslamiyet'i kişisel inanç ve ibadet düzeyinde algılamakta, buna karşılık Siyasal İslam'ın medeniyet projesi İslamiyet'in kamu yaşamında çok daha görünürde bir rol oynamasını amaçlamaktadır. Bu amaç sık sık ifade edildiği gibi, "yüzde 99'u Müslüman olan bir halkın” bunu doğal olarak isteyeceği varsayımına dayandırılmaktadır. Bu varsayımın doğru olup olmadığı önemlidir çünkü bir yandan İslami hareketin meşruiyet iddiasını güçlendirmek için kullanılmakta, öbür yandan da laikliği benimsemiş kesimin şeriat devleti korkularını beslemektedir.

Bu makalede Siyasal İslam’ın Türkiye’de oluşumunu daha iyi anlayabilmek için marjinalize olmamış ve belli bir kesim tarafında hala faal olarak işlevini devam ettiren Tarikatların, Siyasetle ilişkilerini inceleyeceğiz. Hizbullah gibi oluşumlar  , tarikattan çok terör örgütü gibi çalıştıkları için,  üzerinde durulmamıştır.  Cemaat ve tarikatların siyasete nasıl baktığını  gördükten sonra siyasilerin İslamiyet’e ve bu cemaatlere ne gözle baktıklarını görmeye çalışacağız.

 

 

1.      CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM

 

Kurtuluş savaşı sırasında, İslamcılık kurtuluş mücadelesinin temel ateşleyicilerinden biri olarak kullanılmıştır. Anadolu’nun paylaşılma planlarına ve azınlıkların çalışmalarına bir tepki olarak doğan Müdafa-i Hukuk örgütlerinin temelinde, yurtseverlik duygusu ve milliyetçilik kadar, dinsel faktörlerinde bulunduğu bir gerçektir. Mustafa Kemal mücadelenin başlangıcında, halkın dinsel duygularına seslenirken, birçık şeyh ve dini liderden yararlanmıştır.[i] Islamcılarla yapılan ittifak, Kurtuluş Savaşının bitimine kadar devam etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşu, Müslüman bir toplumda dinin siyasal olarak kululnılmasını ( istismarını) yasakladığı için, doğrudan doğruya siyasal İslam’a yapılmış bir harekettir. Dine dayalı bir devlet halk egemenliğine dayalı bir devlet haline gelmişti. Saltanatın ve özellikle halifeliğin kaldırılmasıyla, devrimci kadro ile İslamcılar arasında, kesin bir ayrışma olmuştur. Osmanlıdan devralınan sistemin köklü bir değişime uğratılması İslamcı çevrede ‘dinden sapma’ olarak değerlendirilmiş ve tepkilere yol açmıştır.  İslamcı ve muhafazakar çevreler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası etrafında toplanmıştır. Türkiye’nin açık ve sistemli bir şekilde Batıya yanaşması, yapılan devrimlerle adım adım İslami sistemden uzaklaşılması, İslamcılar arasında büyük tepkilere neden oldu. Şeyh Said ayaklanması bu tepkilerin en ciddi örneğidir. Fakat bu ayaklanmanın bastırılması sürecinde çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunun da hükümete verdiği yetkiyle kısa zamanda İslami muhalefet tasfiye edilmiştir.[ii] Cumhuriyetin kurulmasından sonra İslam yeniden tanımlanmaya başlanmış, buna göre din kişi ile Allah arasında var olan bir ilişkidir. Bu yüzden din devletin denetimi ve gözetimi altına alınmış, izlenen politika ile devletin İslam kurumlarına doğrudan müdahele edebilmesini sağlayan bir yönetim mekanizması oluşturarak, din görevlisi olan imamlar, hatipler ve müftüler, devlet yönetimindeki Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanıp memurlaştırıldılar. Cumhuriyet rejimi, artık dinin yerine milliyetçi ideolojiyi ön plana çıkararak, ümmet kimliğini unutturmaya çalışmıştır. Ancak 1945 yılında CHP, oy rekabeti nedeniyle dine yönelik politikasını yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır. 1920-1928 arası süreçte hilafet ve saltanatı kaldıran CHP, İslam’ın siyasal yönüne ağır bir darbe vurmuştur. Ardından Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak, Şeriye mahkemelerinin görevlerine son verilip tekke ve zaviyeler kapatıldı. 1926’da Medeni Kanunun kabul edilmesiyle de , İslam şeriatının, aile ve birey hukuku ile ilgili kuralları ortadan kaldırıldı. CHP’nin din eğitimine son vermesi ve gizli din eğitimini sıkı bir takibe alması, çok partili döneme geçişte İslamcı bir partiye oy potansiyeli sağladı.

CHP, çok partili yaşama geçince sistemin gerektirdiği rekabitçi durum nedeniyle, İslam’a karşı izlediği politikada değişiklik yapmak zorunda kaldı. Laiklik daha esnek bir anlayışla yorumlanmaya başladı, parti içerisindeki bir grubun 1945’te ileri sürdüğü ‘dinde reform’ projesi, laiklik alanındaki yumuşamayı sürdürdü.[iii]

Laiklik politikasının tartışıldığı 7. CHP Kurultayı, gelenekçilerin partinin bu yönde izlediği çizgisinin daha da yumuşatılması konusunda isteklerinin dile getirildiği bir toplantı olmuş ve sosyal dayanışmanın dinle sağlanacağını öne sürmüşlerdir. CHP, kurultaydan hemen sonra, laiklik konusundaki  ılımlı yaklaşımını sürdürerek, devlet denetiminde tekrar dini eğitim verilmesini kabul etmiştir. CHP, halkla arasındaki mesafeyi kapatmak için 1950 seçimlerinden önce bazı tavizler verdi. Milli eğitim Bakanlığının ilkokulların programına yeniden seçmeli din dersi koyması, imam-hatip eğitimi için kursların düzenlenmesi, türbelerin ziyarete açılması, hac için gerekli dövizin verilebileceğinin açıklanması bunlardan bazılarıdır[iv]. Bu gelişmeler Şemsettin Günaltay’ın başbakanlığı döneminde olmuştur. Çok partili yaşama geçtikten sonra din, partiler arasında oy avlama aracı olmuştur. Örneğin; 1950 seçimleri öncesinde CHP ve DP, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde şeyhler ile pazarlığa girdiler. 1945 sonrasında, CHP hükümetleri bazen bilinçli bir şekilde kontrol altında bir İslam canlandırmaya özen göstermişlerdir. Hükümetin dine ılımlı yaklaşımı; Milli Kalkınma Partisi, İslam Koruma Partisi, Muhafazakar Toprak Emlak Partisi, Sosyal Adalet Partisi, Çiftçi Köylü Partisi gibi İslamcı partileri ortaya çıkarmıştır.

 

 

2.      DP DÖNEMİNDE SİYASAL İSLAM

DP’nin muhalefette bulunduğu dönemde, İslamcı çevrelerin bu partiye yaklaşımı pek de olumlu değildir. Bunun nedenleri arasında partinin başında Celal Bayar’ın bulunması sayılabilir .DP, muhalefette bir yandan laik sisteme olan bağlılığını kanıtlamaya çalışırken diğer yandan da seçimler nedeniyle gelenekçi-İslamcı kesime mesaj vermeyi de ihmal etmemiştir[v].

 

1950 Seçimlerinde İslamcı çevreler MP’ni desteklemesine rağmen seçimler DP’nin başarısıyla sonuçlandı ve Menderes’in konuşmalarından sonra İslamcıların DP’ye yaklaşımları olumlu yönde değişti. 16 Haziran 1950’de ezanın Arapça olarak okutulmasıyla, İslamcı yayın organları DP’yi yüceltmiştir. Ezanın Arapçaya çevrilmesinin ardından, radyo programlarındaki dini yayın yasağı kaldırıldı, radyodan ezan yayınlarına başlandı ve din dersleri zorunlu hale getirildi. Bu dönemde DP içinde bireysel İslamcı eğilimler ortaya çıkmıştır. Milletvekillerinin yaptığı çeşitli konuşmalar, Menderes’in Said Nursi’nin elini öpmesi, meclis grubunda parti milletvekillerine ‘ Siz isterseniz Hilafeti bile getirirsiniz.’                             Demesi bunlardan bazılarıdır. Ancak partideki İslami gelişme, bir  süre sonra toplum düzenini tehdit edecek olayların çıkmasına ortam hazırlayınca,  DP sessiz kalma tavrını değiştirmeye ve laik sisteme açıkça sahip çıkmaya başladı. Bu tavır değişikliğine yol açan en önemli olay 1952’de Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yaman’ın Malatya’da silahlı saldırı sonucu yaralanmasıdır. Bu olaydan sonra, hükümet İslamcı gelişmeye tepki göstermeye başladı ve dinin dünya işlerine ve siyasete karıştırılmasını önleyici bir yasa gerektiği düşünülmüş, 1953’te ‘Vicdan Hürriyetini Koruma Kanunu’ çıkarılmıştır. Gerici isteklere karşı bir diğer gerici önlem 1951’de Atatürk’ü Koruma Kanunu kabul edilmiş, 3 Mart 1952’de İslam Demokrat Partisi kapatıldı.

 

DP, iktidarının ilk yıllarında, laiklik alanında CHP’nin 1947 yılından itibaren başlattığı yumuşama sürecini devam ettirmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise Atatürk devrimlerine ve laikliğe sahip çıkmıştır. Bu dönemde CHP dinsizlikle suçlanmış ve CHP dönemi şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. Ve DP’de CHP de dini siyasi propaganda yapmış, Nurcularla seçim ittifakına gitmiştir. 1958’de ülkenin yaşadığı ekonomik kriz ve CHP’nin şiddetli muhalefeti karşısında DP, halkı sakinleştirmek için Nurcuların anti-laik propagandalarına göz yumarken, radyodaki dini programlar arttırılıyordu. DP, İslam’ın yeniden dirilişiyle özleştirildi. Özellikle Menderes’in Gatwich kazasından kurtuluşuyla bu daha değişik bir hal aldı. Denebilir ki CHP ve DP ikisi de din konusunda çıkara dayalı bir ilişki içine girmiştir. 1950’lerden sonra, İslamcı kesim sağ iktidarla barışık bir hal almıştır.

 

27 Mayıs yönetimiyle kurulan Milli Birlik Komitesinin İslami yükselişe karşı bir saldırı başlatacağı tahmin edilirken böyle bir şey olmamıştır. Milli birlik Komitesi, İslam’ın Türk karakterinde yaşamsal bir birleşim olduğunu kavrıyordu. 27 Mayıs yönetimi, tek parti dönemindeki militan laiklik politikasına dönmeyi düşünmek yerine, devlet denetimine ve değişime direnmeyecek bir İslam anlayışının oluşturulmasına çalıştı. Askeri yönetim, imam-hatip okullarının ve Kuran kurslarının yeniden düzenlenmesi dışında herhangi bir kurumsal düzenlemeye gitmezken, DP dönemiyle başlayan ‘siyasal olmayan İslam’a hoşgörülü yaklaşın’ ını sürdürdü. 27 Mayıs, yönetiminde din alanında yumuşama politikası sürdürülmüş ve elden geldiğince istismarın önlenmesine çalışılmıştır. Cemal Gürsel, yeni anayasa için herşeyden önce din istismarını önleyecek hükümleri ihtiva etmesi gerektiğini bildirmiştir. Anayasanın 2. maddesinde ; laiklik devletin temel niteliklerinden biri olarak kabul edilirken, 19. maddede herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu belirtilerek, devletin temel yapısının belirli bir dinin kurallarına göre düzenlenmesi yasaklanmıştır. Özgürlükçü bir temele dayanan 1961 Anayasası, DP döneminde uyanan İslami hareketi yok etmeye çalışmamış, aksine bu anayasının sağladığı özgürlük ortamı içinde, bir süre sonra İslamcı düşünceyi savunan siyasi hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Siyasal İslam’ın gerçek gelişme yılları 1961 sonrası olmuştur. Bu süreçte, İslami kesimler önce Milli Nizam Partisi, sonra da Milli Selamet Partisi ile siyasal yaşama daha aktif bir şekilde katılma şansı yakalamıştır. 1965 yılında Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesiyle din, yeniden siyasal hayata girmiştir.

 

 

3 . TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM’IN ÖRGÜTLENMESİ

 

Türkiye’de çok partili yaşama geçildikten sonra İslamcı hareket ve ideolojinin sağ partilere yöneldiği görülür. 1945-1950 döneminde İslamcı gelenekçi düşüncenin en önemli temsilcisi, Millet Partisidir. MP, İslamcıların desteklediği ciddi bir muhalefet partisi olmuştur. Daha sonra MNP kuruluncaya kadar İslamcılar genellikle AP’nin İslamcı bir parti olmadığı anlayıncaya kadar onun yanında yer almıştır.

 

MNP kuruluncaya kadar İslamcı çevrelerin giriştiği bir diğer parti denemesi, İslam Demokrat Partisidir. Ancak parti hiçbir başarı ve etkinlik sağlayamamıştır. İslamcılar, AP’nin gerçekte DP’nin devamı olmadığının anlaşılmasıyla da, AP’den ayrılarak bağımsız bir siyasal harekete yönelmişlerdir.

 

 

3.1.  Milli Nizam Partisi

1970’li yıllarda büyük sanayi burjuvazisi ile küçük burjuvazi arasında anlaşmazlıklar çıkması, küçük sermaye kuruluşlarının kendilerinin öncelikle gözetilmedikleri ve çıkarlarının AP tarafından korunmadığının farkedilmesiyle yeni bir siyasi oluşumun ortaya çıkması sağlandı. 1961 Anayasasının özgürlük ortamında, milliyetçi ideolojiler yanında dinci ideolojiler de ortaya çıkmıştır. Ayrıca, İslami cemaatler politikayı artık AP içinde değil, bağımsız olarak sürdürmek istemektedir. Iskender Paşa Cemaati lideri M. Zahid Kotku, AP’den umudunu kestiği için adını da kendisinin koyduğu Milli Nizam Partisini kuruluşunu sağladı. Necmettin Erbakan’ı da parti başkanı olarak belirledi. MNP, büyük burjuvezi karşısında gelir ve saygınlık yitiren bir grup küçük işletmeci, tüccar ve esnaf ile Batılılaşma hareketini başından beri reddeden bir kesim İslamcının etrafında kenetlendikleri ve siyasal İslam’ın örgütlü olarak politik yaşama katıldığı bir parti oldu. MNP, 26 Ocak 1970’de kuruldu. Küçük esnafın çıkarlarını temsil eden MNP, İslami bir parti olarak nitelendirilmesine rağmen, kuruluşundan kapatılmasına kadar hep çekingen bir İslami söylem kullanarak laikliğe açıkça saldırmaktan çekinmemiştir. Partinin programında laiklik için; laikliği din aleyhtarlığı şekline dönüştüren her türlü anlayışa karşıyız şeklinde bir ibare kullanılmıştır. MNP, Türkiye’de bağımsız bir İslami hareketin oluşması yolunda küçük ama ilk ciddi adımdır. Yürürlükteki yasalar nedeniyle İslami kimliğini açıkça sergilemekten kaçınan MNP, İslami sistemin taraftarı olduğunu ve bu sistemi hangi yöntemle kuracağını içeren mesajları üstü kapalı ve çok da net olmayan ifadelerle belirtmekteydi[vi].

 

26 Ocak 1970’de kurulan MNP, Anayasa Mahkemesinin 20 Mayıs 1970 tarihli kararıyla kapatıldı. Anayasa Mahkemesi kapatma gerekçesi olarak; kurulu düzenin kısmen veya tamamen dini esaslara dayandırılması amacıyla faaliyette bulunmayı yasaklayan TCK’nın 163. maddesinin kaldırılmasını istemek, din derslerinin orta öğretimde mecburi hale getirilmesini savunmak, hilafetin geri gelmesinde büyük faydalar görmek, son 50 yıllık laik devri dalalet devri olarak görmek şeklinde belirtilmiştir. MNP, 1970’lerin başında İslamcı düşüncenin genel sağcı ideolojisinden ayrışmasını sağlamıştır.

 

3.2 Milli Selamet Partisi

Anayasa Mahkemesi kararıyla MNP’nin kapatılması sonrası aralarında pek fark olmayan MSP, tepkileri çekmemek maksadıyla bakan ve birkaç kişinin dışardan desteğiyle kurulur. Ortak Pazar’a karşı çıkıp, İslam dünyasına açılımı savunan MSP, izlediği politikayı “milli görüş“ olarak nitelendirerek amaçlarının maddi ve özellikle manevi kalkınmayı sağlmak olduğunu belirtir. Kendinden öncekiler gibi, Osmanlının çöküşünü Batılılaşma uğruna İslam’ı reddetmesine bağlayan MSP, büyük Türkiye’nin İslam uygarlığına dönmekle oluşacağını savunuyordu.

 

14 Ekim 1973 seçimleri tek partinin iktidarını imkansız kılınca Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez “Siyasal İslam“ hükümet ortağı olarak da olsa iktidara geliyordu. CHP-MSP koalisyonu, CHP’lilerin MSP’yi irtica, MSP’lilerin CHP’yi dinsiz görme eğilimine rağmen kuruldu. İslam’ın demokrasiye uyup uymadığının bir deneyi gibi de görülen oluşum çok geçmedi ki ( af meselesinden de anlaşılacağı üzere) derin görüş ayrılıklarıyla son buldu. Önceden anlaşılarak meclise getirilen af tasarısında , MSP sol suçluların affı konusunda aleyhte oy kullanılmıştır. Kıbrıs Barış Harekatı da iki lider arasında, en çok öne çıkma bakımından bir yarış haline dönüşmüştür. Ve CHP-MSP koalisyonu bozulmuştur. Hükümetin istifasının ardından, olası bir erken seçimde Kıbrıstan dolayı başarı sağlayabilecek olan Ecevit’in önünü kesmek için sağ partiler ( AP, MSP, MHP ve CGP) 1975’te milliyetçi cephe dedikleri bir koalisyon kurdular. MSP, Demirel’in başbakanlığındaki bu hükümette kadrolaşma fırsatını iyi değerlendirmiştir. Birinci Milliyetçi Cephe koalisyonu, TBMM’nin 5 Haziran 1977’de erken seçim yapmaya karar vermesiyle son buldu. 1977 Seçimlerinde, Nurcuların AP’yi desteklemesi ve bir kısım İslamcı oyların MHP’ye gitmesi sonucu MSP’nin oy oranı yüzde onbirden yüzde sekize düşmüştür. Türk-İslam sentezinin gündemde olduğu dönemde CHP’nin azınlık hükümeti kurma ihtimaline karşı “milliyetçi partiler topluluğu iktidarı sola teslim etmemeli’ diyen Demirel başkanlığında ( AP, MHP, MSP) İkinci Milliyetçi Cephe koalisyonunu kurdu[vii]. Bu dönemde imam-hatip ve Kuran kursları sayıları arttırılırken İslam dünyası ile ilişkiler de arttırıldı. Iktidar döneminde kadrolaşmayı sürdürmesi yanında MSP, her köye bir cami projesi, Diyanet yetkilerinin arttırılıp kadrolarının on kat arttırılması, hac kotalarının kaldırılması, zorunlu ahlak dersi konulup din görevlileri tarafından okutulması, tatil günü olarak cumanın seçilmesi çalışmaları, Osmanlı hanedanlığı üyelerine Türk vatandaşlığına geçiş yasalarının çıkarılması çalışmalarına imzasını attı[viii]. Iran devriminden etkilenen ve muhalefet döneminde iyice radikalleşen MSP’nin Ekim 1978’de yapılan büyük kongresinde Atatürk resminin gözleri oyulmuş ve şeriat yanlısı sloganlar atılmıştı. MSP artık ihtiyatı da elden çıkarmıştı, kapatılmaktan korkmuyordu. Artık alenen şeriata dayalı devlet kurma isteklerini dile getirir, dinsiz devletin yıkılacağı söylemleriyle mitingler düzenler olmuşlardı karışık dönemin bahanesiyle yönetime el koyan ordu diğer partilerle beraber MSP’yi de kapattı.

 

 

3.3 Refah Partisi ve Sonrası

Darbeyi gerçekleştiren Kenan Evren, darbe sonrası bütün siyasal partiler kapatılınca ihtiyaç duyulan desteği, birçok siyasinin sıkışınca aradığı din öğesinde aradı. Din eğitimi anayasal bir zorunluluk haline getirilirken, imam-hatip mezunlarına ilahiyat dışındaki üniversitelerin kapıları açıldı. Böylece dini eğitim, bir meslek okulu olmaktan çıkarılıp, alternatif bir eğitim sistemi haline getirildi[ix].

 

1983 yılında kurulan Refah Partisi’nin seçimlere girmesine izin verilmeyince askeri yönetim dışında kurulan tek parti olan ANAP avantaj yakalamış oldu. Bunu iyi değerlendiren Özal, hemen hemen bütün İslamcıların desteğini aldı. İskender Paşa dergahına bağlı bir Nakşi olan Özal MSP tabanından kabul gördü.

 

1987’de yapılan  referandumla siyaset yasağı kaldırılmış ve tekrar toparlanma noktasına gelen RP, Erbakan’ı parti başkanlığına ve üst yönetime de MSP’lileri getirmiştir.1987 yılında yapılan erken seçimlerde Erbakan yüzde on barajının altında kaldı. 1989 yerel seçimlerinde Erbakan büyük bir başarı elde etti. 1991 Erken seçimlerinden yüzde onaltı oyla çıktı. Bu dönemde yaşanan Sivas katliamı FP’li belediye sınırları içerisinde cereyan etmesi, İslamcı kesimce ortaya atılan laik-Müslüman karşılaştırmasının çıkardığı kutuplaşmanın neticesinde olması, karşıt grubun din düşmanı gibi görülerek katledilmeye çalışılması ile hafızalara kazındı[x].

 

1994 yerel seçimleri siyasal İslam’ın zaferi oldu. 28 ilin belediye başkanlığını kazanan Refah, Ankara ve İstanbul’u da almıştı. Büyükşehirlere alışamayan ve ahlaki değerleri yozlaşmış ve dinden kopmuş olarak gören büyük kentlerin taşralı sakinleri, dini ve RP’ni bir sığınak olarak gördü. Bunda özellikle gecekondulara yaptığı yoğun propagandanın etkisi büyüktür.

 

12 Eylülden sonra da RP, İslam dinini ana politikası yapmış ve böylece siyasal İslam’ı Türk siyasetinde bir temel belirleyici haline getirmiştir. Ve Erbakan 1995 seçimleriyle başbakan olmuştur. Ocak 1997’de Sincan Belediyesinin düzenlediği Kudüs gecesi nedeniyle post-modern bir darbe olarak nitelenen 28 Şubat süreci gerçekleşti. 28 Şubat 1997’de toplanan MGK’na askeri kesim, irtica ile mücadele ve sekiz yıllık kesintisiz eğitim gibi maddelerle gelmişti. RP’nin kadrolaşmasına karşı gelen TSK, sekiz yıllık temel eğitim konusunda da ısrarlı tutumunu sürdürdü. 28 Şubat belgesinin bazı çarpıcı maddeleri şöyle idi:[xi]

 

a ) T. C.’nin varlığını, Atatürk ilke ve inkilapları  doğrultusunda, çağdaş medeniyet yolunda demokratik sistem içerisinde ilerlemesini teminat altına alan anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği,

 

b) Rejim ve Cumhuriyet aleyhtarı bazı yıkıcı ve bölücü grupların, laik-antilaik ayrımı yapmasına izin verilmemesi,

 

c) Laikliğin sadece rejimin değil, toplumsal düzen ve huzurun da teminatı olduğu.

 

            Bu gelişmeler ışığında Yargıtay C. Başsavcısı Refah Partisi hakkında kapatma davası açtı. Kapatılma kararının ardından Erbakanla özdeşleşmiş grup yeniden onun etrafında toplanmaya başladı. Aynı misyonla ve biraz farklı bir çehreyle kurulan Fazilet Partisi’nin başına Recai Kutan getirilerek, parti içindeki yenilikçi kanadın önüne, gelenekçi bir başkanla çıkılmak istenmiş ancak yine de Tayyip Erdoğan’ın parti içinde sivrilmesi engellenememiştir. 1999 seçimlerine 28 Şubat, Siyasal İslam, irtica, parti kapatılması gibi konularla girildi. FP’nin meclise girmesi çok kolay oldu ve ilk eylemi de Merve Kavakçı olayı oldu. Erbakan’ın devrini tamamladığını düşünen ve kendilerinin fikirleri dikkate bile alınmayan yenilikçi kesim yavaş yavaş partiden yollarını ayırmaya başladı. Bu kopuş süreci 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşuna ve tek başına iktidar olmasına kadar devam etti. Adalet ve Kalkınma Partisi 3 kasım 2002 yılında yapılan seçimlerde yaklaşık %36 oy oranıyla birinci parti olarak çıktı. Kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan bu parti Avrupa Birliğinin kapısında bekletildiğimiz bu günlerde laiklik konusundaki hassasiyetleri bildiği, önünde Refah Partisi gibi bir örnek olduğu ve Avrupa Birliği yolunda gerçekleştirdiği reformları zedelememe adında rejimi tehdit edecek herhangi bir girişimde bulunmadı. Müzakere tarihi için beklediğimiz bu günlerde Avrupa Birliği’nin tepkisine neden olan zina yasasını dahi geri çekti.

 

 

3.      TÜRKİYE’DE  TARİKAT VE CEMAATLERİN SİYASETE BAKIŞI

 

4.1. İskender Paşa Dergahi Cemaati

            Nakşibendi tarikatının bir kolu olan cemaat, Ünlü Nakşi şeyhlerinden Mehmet  Zahid Kotku tarafından kurulmuştur. Bir zamanlar milyona yakın müridi olduğu söylenen Kotku,  Ülkede o yıllarda giderek ağırlığını hissettiren Liberalizm ve Marksizm karşısında bocalayan gençleri şiirsel yaklaşımıyla etkiliyordu.  Hızla gelişen durumlara uyum sağlama yeteneği olan Kotku, insanları Allah’a ulaşabileceklerine, bu yolda her türlü fedakarlığa göğüs gerileceğine ikna ederek onları yalnızlık duygusundan arındırıp geniş bir cemaatin içine çekiyordu. Mürid toplulukta önce şeyhe bağlanıyordu, çünkü temel direk şeyhti.

 

            Kotku’nun siyasal politikası üç aşamalı bir boyutta görülüyordu. Birinci aşamada, resmi ideolojinin araladığı tüm kapıları zorlayarak, müridleri, Kuran kursu açma, Cami kurma ve olanlara sahip çıkma, öğrenim çağındaki gençlere yurt ve pansiyon temini gibi konularda seferber etmek. İkinci aşamada, ekonomik, kültürel , siyasi sorunlarıyla ilgilenmek, ve müridleri bu yönde teşvik etmekle, Nihai aşamada  ise devlet içinde kadrolaşarak devletin kuşatılmasının ardından İslamileştirilmesi hedefleniyordu.

 

            Kotku’nun ölümünden sonra yerine geçen damadı Prof. Mahmut Esad Coşan’ın şeyhliği devralmasıyla Nakşibendi tarikatının en güçlü kolunda yeni bir dönem açılıyordu. İslam dergisiyle görüşlerini (genelde Prof. Halil Necatioğlu adıyla) yazdığı yazılarla yaymaya çalışıyordu.  Müslüman-Kafir ayrımının sürekli vurgulandığı dergide kafirlerin genel düşman olduğu belirtiliyordu. Artık İslam dergisi cemaatin resmi(!) yayın organı olmuştu.

 

            İlk üç yılı boyunca  Türkiye’nin siyasi gündemiyle doğrudan kaçınan yazılardan ısrarla kaçınan, buna karşılık İslam dünyasının dört bir tarafında yaşanan en ufak gelişmeleri bile aktaran İslam dergisi, bu çizgisini 1987 yılından itibaren değiştirdi.Ülke gündeminde önemli bir yer işgal eden baş örtüsü tartışmalarıyla başlayan bu çizgi değişikliği imam-hatip liseleriyle ilgili dosyalarla devam etti[xii].

 

            Necatioğlu (Coşan) , İslam Dergisi 1987 Aralık sayısındaki baş yazıda İslam’ı şöyle tarif ediyor : “Ahiret saadetinin olduğu kadar, Dünya huzur ve asayişinin, ferdi ve içtimai, beşeri, evrensel, iktisadi, ticari, askeri, terbiyevi, ilmi ve kültürel.... ahkama sahip, gediksiz, eksiksiz, kusursuz bir sistemdir. Hayattan kopmuş, dünyayla , çevreyle, insanlarla, beşeri faaliyetlerle ilgiyi kesmiş bir manastır dini değil; aksine: Hayata ,insana, cemiyete, devlete, beynelminel’e yönelmiş, onlar arasındaki münasebetleri, tanzime yönelmiş aktif ve dinamik bir nizamdır; tüm hayatı, Allah’ın istediği tarzda yaşama biçimidir; yüce ve asil ilahi yoldur.”  İslam’ın siyasi ve İdeolojik yorumu ardından her Müslüman’ın siyasetle uğraşması tavsiye edilirken  bu tarihten itibaren Nakşilerin siyasete ilgisi ve girişimi biraz daha artıyor. Bu ilgilerini siyasi partilerde örgütlenerek siyaset yapmaktan geçtiğini düşünülüyor. 

 

Refah Partisini alenen destekleyen Coşan, İslam Dergisi 1987 Aralık sayısında (seçim öncesi sayısı) , yanlış seçim yapanların kıyamete kadar vebal altında kalacağını söylerken, atılan isabetli oydan sonsuz sevaplar kazanılanacağını vurguluyordu. Bunlara rağmen %10 barajının aşılamaması  etkilerinin sanıldığı kadar fazla olmadığının düşünülmesine yol açmıştır.

 

1980 İhtilali sonrası  parti ile dergah arasındaki bağ iyice zayıflamasıyla destek Anavatan Partisine kaydırıldı.  Anavatan’ın içinde dinci diye adlandırılan gurubun partiye girmesi de bu vesileyle oldu. ANAP’ın başörtüsü, AB üyeliği politikalarını beğenmeyen cemaat, kerhen verdiği desteği yavaş yavaş Refah Partisi’ne kaydırdı. Erbakan ile aralarındaki gizli güç savaşı ilişkilerin tekrar zayıflamasına  hatta kopmasına yol açtı. Son seçimlerde cemaatin hangi partiye oy verdiğini gösteren bir araştırma olmasa da seçim sonuçlarıyla bir tahmin yapmak mümkün görünüyor.

 

 

4.2. Erenköy Cemaati

Nakşibendiliğin Gümüşhaneli dergahından yetişme olan Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun önderliğinde faaliyete geçmiş, sesini Altınoluk dergisiyle duyurmayı hedeflemişti. İslami bir düzene geçebilmek için radikal devrimlere gerek duymuyor ve insanı değiştirerek bunun kendiliğinden olacağını düşünüyorlardı. Bu tarz ile temel insana önem verme ve bireysellik üzerine kurulmuştu.

 

12 Eylül öncesi Milli Selamet Partisinden yana olan desteğini sivil hayata geçerken ANAP’a kaydırmıştır. Müteakiben İstanbul kanadı ANAP’a desteğini sürdürürken, Anadolu kanadı Refah Partisi’ne meyletmeye başladı.

 

Erenköy cemaatinin çok etkili olduğu söylenemez fakat onun gücü müridlerinin maddi zenginliğinden gelmekteydi.

 

 

 

4.3. İsmail Ağa Cemaati

            Mahmut Ustaosmanoğlu’nun  şeyhliğini yaptığı Nakşibendiliğin İsmail ağa cemaati diğerlerine nazaran daha katı ve radikal tutumuyla göze batıyor. Kadınları kara çarşafa bürünmesinin ve erkeklere sakal bırakmanın mecbur edildiği tarikatta gündelik işlerin en ufak ayrıntısına kadar şeyhleri tarafından karar verilip müridlerine yayılıyor. Kendi küçük cemaatlerini , içinde yaşadıkları topluma karşı bir güç olarak tanımlamaları, doğal olarak içinde yaşadıkları toplumu da kendilerine karşı bir güç olarak tanımlamalarına neden oluyor. Bunda devam edildikçe cemaat kendi içinde daha sıkı kenetleniyor ve kendini toplumdan daha da yalıtıyor. Sonuçta , modern Türkiye’nin bağrında bir  “İslam Gettosu” nun temelleri atılıyor[xiii].

 

            Mahmut Hoca  defalarca yargılanmasına rağmen hiç mahkum olmaması ününün armasına neden olmuş, ona bir şey yapamazlar zihniyetinin gelişmesini sağlamıştır. Yeni dünyanın bütün yeniliklerini reddeden Mahmut Hocanın fazla bir etkinlik ve gücü bulunmamakla beraber müridlerini MNP-MSP-RP-FP çizgisine oy atmaya sevk ediyor. Müridlerin siyaset yapmalarını tasavvuftan uzaklaşır korkusuyla istemiyor.

 

4.4. Menzil Dergahi

            Müridlerinin Sultan hazretleri diye çağırdığı Mehmet Reşit Erol’un önderliğini ettiği hareketin Adıyaman’ın Kahta ilçesine bağlı Menzil Köyünde ortaya çıkması ve devam etmesiyle ismini almıştır. Alkolik, esrarkeş, kumar düşkünü gibi kötü alışkanlıkları  olanların omzuna dokunup iyi olacaksın demesi için oralara gelerek elini öpmek, derdini dökmek için sıra beklemeleri ile adı her tarafta duyulmuştur.

 

            Bu 300 nüfuslu köye olan akının sebebi devletin de dikkatini çekmiş, 12 Eylül sonrası 2 yıl Çanakkale’ye sürgün edilmiş ise de şeyhleri devlete karşı bir şey yapmadığını söyleyip durmuştur. Gelenlerle ne gibi bir maddi bağı olduğu ispat edilememiştir. Gelenlerin sayılarına dikkat eden siyasilerin  çıkardığı “Alparslan Türkeş’e destek veriyor” iddiaları inandırıcı bulunmasa da partililerin hoşuna gitmişti.

 

            87 seçimleri öncesi Erbakan’ın Menzil köyüne ziyarete gittiği iddiaları gerçekçi bulunduysa da ispat edilememiştir.  Aynı dönemde birçok siyasi ile ilgili aynı iddialar basında yer almasına karşın Erol kendi siyasi görüşünü, ziyaretçi sayısının azalacağı endişesi ile belki de ,  alenen söylemekten çekinmiştir. Gelenlerin bir kısmı olsa da devamlılık arz edememesi, gelen insanların amaçlarının da biraz farklı olmasıyla siyasi bir girişimi olamamış, siyaset sahnesine direkt etkide bulunamamıştır.

 

 

4.5. Kadiriler

            İslam Dünyası ve  Türkiye’nin eski tarikatlarından olan Kadirilik, eski güç ve etkisini yitirmiş durumdadır. Günümüzde İcmal ve Öğüt Dergileri  etrafında toplanan Kadirilerin liderliğini, sanayici - işadamı Haydar Baş yapmaktadır.  Trabzon merkezli ve İlmi Araştırmalar Vakfı çevresinde değişik illerde faaliyet gösteren gurup, kendilerinin tarikat olmadıklarını söylemektedirler. İslamcı kesimi incitmeden Milliyetçi-Muhafazakar bir çizgide hareket etmektedirler.

            İstikrarsız ve elektik görüşleriyle politik arenada kendine bağımsız  bir yer edinemeyen , gün geçtikçe Sağ’a iyice kaynayan bu çevre, öğrenci gençlik içerisinde belirli bir ilgi görmesine rağmen, cemaat ve lider taassubu ve buna bağlı olarak geliştirdiği “ devletten çok devletçi”  politikalar Karadeniz yöresinin dışına çıkmasını kısmen engelliyor.

 

 

4.6. Nur Cemaati

            1876 Yılında Bitlis’in Hizan kasabasının Nurs köyünde doğan Said Nursi‘in yazdığı risalelerin müritlerince yayılmasıyla oluşan Nurculuk hareketi iki hedef üzerinde yoğunlaşarak çalışmalar yapmıştır.

1.      En geniş anlamda Müslüman cemaatin imanını kurtarmak, güçlendirmek,  onu rakiplerinin silahlarıyla kuşatmak. (Seküler bilime karşın İslami bilim)

2.      Bu geniş Müslüman cemaati içinde öncü  rolü üstlenecek daha rafine bir imana , daha güçlü cemaat  ve kardeşlik duygusuna sahip ikinci bir cemaat (Nur Talebeleri) meydana getirmektir.

 

Nur Cemaati başlangıcı itibariyle DP’yi desteklemiştir. 1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle Cumhur başkanı Celal Bayar’a kendi ve Nur talebeleri adına kutlama mesajı çeken Said Nursi,  Kore savaşı da dahil olmak üzere bütün hükümet kararlarını desteklemiştir. Ölümü ardından müritlerinin faaliyetlerinin,  Nurcu grupların, tümü de Said Nursi’den referanslı, farklı temel çalışma yöntemlerini şu şekilde sınıflandırabilir: Yalnızca  iman hakikatlerini anlatmak ; Demokrat Parti misyonunu sürdüren sağ kitle partilerini desteklemek, devlete dindar kadrolar yetiştirmek; Türkiye ve dünyada dinsizlik ve komünizme karşı , herkesle ittifak yapıp mücadele etmek; Risalelerin eski yazıyla elle yazılıp çoğaltılmasıyla yetinmek...[xiv].

 

Yeni Asyacı grup olarak kendini gösterenlerin en büyük farkları, İslamiyet’le Demokrasi arasında bağ kurmaya çalışmalarıydı. Bununla da yetinmeyen grup Komünizm tehlikesine karşı , Said Nursi’nin “dinsizlere karşı ehl-i  kitap olan Hıristiyanlarla işbirliği yapılması gerektiği” görüşünü ön plana çıkarmışlardı.  Bu görüşleri tepkiyle karşılansa da  kendi içlerinde tutarlı bir politika izlemekteydiler.  1990 ‘da Yeni Nesil – Yeni Asya olarak ikiye ayrılana dek kopmaları pek önemsemediler. Bölünme sonunda ortaya çıkan sürtüşmeler, daha önceden  kopmuş olan bir oluşumun, Fettullah Gülen grubunun güçlenme sürecini hızlandırdı.

 

 

4.7. Fettullahcilar

            Zamanında (1970’li yıllarda) bazı işadamlarının da verdiği destekle Fettullah Gülen Nur cemaatinden ayrılmıştı. Fettullah Gülen çevresinde toplanan grubun oluşturduğu cemaat,  radikalden çok sağa yakın görüşü benimsemesiyle dikkati çekmiş, sesini Zaman Gazetesi aracılığı ile duyurmayı uygun bulmuştu.   İlk aşamada bir partiyi desteklemekten çok kendi varlığını pekiştirip güçlendirmeyle ilgilenilmiş, bu doğrultuda vakıflar kurulmuş, özel dersler verilmiş, dershaneler açılmıştır. 

 

            Verdiği vaazlarında kendini küçük göstererek dinleyicilerin gururunu okşayan Gülen, İslam’ın radikal yorumlarına karşı bazen sert bir üslupla eleştirilerde bulunması  diğer cemaatlerin tepkilerine ve Gülen’in CIA ajanından devletin adamı olduğuna kadar varan  suçlamalara yol açmıştır.

 

            Fettullah Gülen , bir yandan , dini ve milli geleneklere uygun din tefsiri yaparken diğer taraftan  her fırsatta devletin karşısında değil yanında oldukları imajı çizmekteydiler ve  cemaatin asker ve polise olan ilgisi yoğundu. Yalnızca “onlara kurşun sıkanları ihbar etmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını”  bildirmekle kalmamış , askeri liselere ve polis kolejlerine sızma girişimleri olmuştur. Buna karşı tedbir alan askeri yetkililer , Fettullahcıların temas kurduğu birçok askeri öğrenciyi okuldan atmıştır.

 

            1996 yılı itibariyle cemaatin Özbekistan’da 3343 öğrencisi ve 209 türk öğretmeniyle  17 ortaöğretim kurumu,1 dil merkezi, Türkmenistan’da 293 öğrencisi ve 28 Türk öğretim üyesiyle  1 üniversitesi, 163 Türk öğretmeni,, 63 belletmeni, 2694 öğrencisi ile 13 ortaöğretim kurumu , 80 öğrencisi ve 7 öğretmeniyle 1 dil kursu var[xv].

 

            Öğrenim çağındaki gençleri hedef kitle seçen Fettullahcılar,  yetiştirdiği (!) gençleri özellikle devlet kurumlarına girmeye teşvik etmektedir. İlerde bir gün cemaatin kadrolaşması tamamlandığında veya kendilerine güvenleri geldiğinde cemaatin siyasi iktidara sahip olmak isteyebileceği “teorik” olarak varsayılabilir.

           

           

4.8. Süleymancilar

            1946 yılında Kuran kurslarının yasallaşmasıyla altın çağını yaşayan  cemaat 1958 yılında ilk imam – hatip mezunlarının yetişmesi ve 1965’de Diyanet teşkilatı kanununun yürürlüğe girmesi ile yalnızca İmam – hatip okulu mezunlarının diyanet kadrolarına yerleşebilmesi nedeniyle kanunen zor duruma düşmüşlerdi.  12 Mart yönetimi esnasında Kuran kurslarının devletleştirilip Diyanete bağlanmasıyla sıkışan cemaat dernek ve   federasyonlar vasıtası ile kendini göstermektedir. 

 

            Kemal Kancar’ın “ Atatürk’ün İslam dininden uzak olduğunu ; Cumhuriyetin ilk yıllarında cenazeleri kaldıracak imam kalmadığını ; camilerin kışla yapıldığını ; Türkiye’nin İslam ülkesi olmadığını; bu yüzden de faiz alınabileceğini, hatta kumar oynanabileceğini ...” [xvi].görüşlerinin benimsendiği ve  liderliğini yaptığı cemaat , diğer cemaatleri küçük görmesi yüzünden siyasi işbirliğinden uzak durmakta,  kendi başına Parti kurma fikrine ise marjinal kalma korkusuyla sıcak bakmamaktadır.  ANAP ve DYP desteğinden vazgeçmiş görünen cemaat İslami partileri daha yakın bulmaktadır.

 

 

4.9. Cemalettin Kaplancilar

            Fazlaca bir etkinliği olmayan ve aradığı büyük kitleleri bulamayan grup Almanya merkezli olarak faaliyet göstermektedir.  Lider konumunda olan Cemalettin Kaplan, yıllarca Necmettin Erbakan’ın “rahle-i tedrisi”nden geçmiş, o çevrenin adamı olmuştu. 12 Eylül’den önce MSP Erzurum Milletvekili adayı olmuş, Diyanet işlerinde Başkan yardımcılığı , 15 yıl Adana müftülüğü yapmıştır.

Almanya’da faaliyetlerinin su yüzüne çıkışından sonra FP’lilerce reddedilerek meczuplukla suçlanmıştır.

 

            “Erbakan’ın , Demirel’in, İnönü’nün ve Yılmaz’ın...(tüm parti liderlerinin)   , onlara oy vermek için sandık başına gidenlerin ve tüm devlet memurlarının müşrik olmaları nedeniyle cenaze namazının  kılınmayacağı yönünde verdiği fetvası[xvii] ve açıklamalarından da anlaşılacağı üzere sistemi doğrudan reddediyor. İslam’da partinin olmadığını ve Şeriata dayanmayan devletin karşısında hareket etmek gerektiğini belirten Kaplan’ın ölümü ardından zaten sayısı az olan cemaatin etkisi kalmamıştır.

 

 

 

            SONUÇ

 

            19. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan ve İslam’ı bir bütün olarak yeniden toplumsal, siyasal ve kültürel yaşama egemen kılmak amacıyla hareket eden İslamcılık düşüncesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Osmanlı’daki en güçlü siyasal akımlardan biri oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında da kurtuluş mücadelesini desteklemek için kullanılan İslamcılık düşüncesi, zaman zaman tüm siyasi iktidarlar tarafından oy toplamak amacıyla körüklendirilmiş yada söndürülmeye çalışılmıştır.

            Tek parti döneminde de, çok partili dönemde de İslamcılar oy kaynağı olarak görülmüş, militan laiklik politikası daha ılımlı bir laiklik politikasına dönüştürülmüştür. Ancak Siyasal İslam’ın ülkemizde asıl yükselişinin 1980 sonrası olduğu söylenebilir. Türkiye’de son on yıldaki ekonomik kriz, yolsuzluklar, rüşvet, adam kayırma gibi nedenlerden dolayı İslam’a karşı bir yöneliş başlamıştır. Bunun en önemli kanıtı 1994’ten itibaren Refah Partisiyle başlayan yükselişin 2002 yılında siyasal İslam’ı tek başına iktidara getirmesiyle sonuçlanmasıdır.

            Türkiye’de hızla güçlenen İslamcı akımın ülkenin demokratik-laik yönetimine ne ölçüde tehtid oluşturacağını söylemek pek kolay değildir. Kimileri İslamcı hareketin güçlenişini sadece kültürel ve sosyal bir olgu olarak görürken, kimileri ise bu hareketin güçlenmesinin laiklerle İslamcılar arasında kaçınılmaz bir hesaplaşma doğuracağını belirtmektedir. Ancak Türkiye’deki laik rejim Batı ülkelerinde görülen din kökenli muhafazakar-demokrat parti tipini, Türkiye’de de oluşturabilirse hem demokratik rejimin varlığı hem de diğer İslam ülkelerine örnek oluşturma açısından çok büyük başarı sağlayabilir.

 

 

 





[i] Doğan Duman, Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 1999, s.23

[ii] Hikmet Bila, CHP, Doğan Kitap, İstanbul, 1999, s.53

[iii] a.k., s.132

[iv] a.k., s.135

[v] Duman, a.g.k., s.35

[vi] Duman, a.g.k., 78

[vii] Sina Akşin, Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye, Can Yayınları, İstanbul, 2000, s.273

[viii] Duman, a.g.k., s. 91

[ix] Emre Kongar, 21. yüzyılda Türkiye, Remzi Yayınevi, İstanbul, 2001, s.187

[x] a.k., s.254

[xi] Kongar, a.g.k, s.280

[xii] Ruşen Çakır, Ayet ve Slogan Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yayınları, İstanbul, 2001, s.36

[xiii] a.k., s.75

 

[xiv] Çakır, a.g.k., s. 91

[xv] Ali Bayramoğlu, Türkiye’de İslami Hareket, Patika Yayıncılık, İstanbul, 2001,s.247

[xvi] Çakır, a.g.k., s.145

[xvii] Oral Çalışlar, İslamiyet Üzerine Söyleşiler, AFA Yayıncılık, İstanbul, 1996.

 

 

KAYNAKÇA

 

Akşin, Sina. (2000). Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye.İstanbul: Can Yayınları.

Bayramoğlu, Ali. (2001).Türkiye’de İslami Hareket. 1.baskı. İstanbul: Patika yayıncılık

Bila, Hikmet. (1999). CHP. İstanbul: Doğan Kitap.

Çakır, Ruşen.(2001). Ayet ve Slogan Türkiye’de İslami Oluşumlar. 9.baskı.İstanbul : Metis yayınları                       

Çalışlar, Oral.(1996). İslamiyet Üzerine Şöyleşiler. 1.baskı. İstanbul : AFA yayıncılık

Duman , Doğan.(1999). Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık . 2.baskı. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları

Kongar , Emre.(2001). 21. Yüzyılda Türkiye. 29.baskı. İstanbul : Remzi kitabevi              

Kurtoğlu, Zerrin.(1996). İslam Düşüncesinin Siyasal Ufku. 1.baskı. İstanbul : İletişim yayınları

 

 
  Toplam 189544 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol