İslam Akidesi
  Said Nursî
 

Said Nursî

Said Nursî 1873 yılında Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğmuştur. Ciddi anlamda sadece üç ay medrese tahsili yaptığı kabul edilmektedir.[1]  Buna rağmen "Molla Said"in daha 16 yaşlarında iken, yaptığı tartışmalarda yörenin bütün alimlerini susturduğuna inanılmaktadır. Cizre'nin[2], Siirt'in [3] daha doğrusu bütün Doğu Anadolu'nun alimleri mat edildikten sonra, 1896'da İstanbul'a gelir gelmez, orada da meydan okurcasına bütün ulema ile münazaraya girişmiş, onları da susturmuştur![4] Artık Nursi'nin hedefi bütün dünya alimleridir: 35 Yaşlarında iken, o günlerde İstanbul'a gelmiş bulunan, Ezher Şeyhlerinden Şeyh BAHlD ile münazaraya girişmiş ve haliyle onu da pes ettirmiştir! [5]


Bu yıllarda (1907) Said Nursî delilik muamelesi görerek, Toplası Tımarhanesine kapatılmıştır.
[6]


II. Abdülhamid'in "istihdafına karşı çıkan Nursî, 1908 yılında Selanik Hürriyet meydanında meşrutiyet nutku atacak kadar meşrutiyetçidir. [7]


Osmanlı istihbarat servisi olan Teşkilat-ı Mahsusa'da Nursî görev almıştır. [8]
Dünya savaşında Ruslar'ın eline esir düşmüş ve esareti yaklaşık iki buçuk yıl kadar sürmüştür.
[9]


Yeni kurulan Kuvay-ı Milliye'yi destekleyen Nursî, çağrı üzerine 1922'de Ankara'ya gitmiştir.
[10]  Ve o şimdi artık Cumhuriyetçidir. [11]  1950 Yılından itibaren de demokrat olacaktır...


1950 Mayısında DP'nin iktidara gelmesiyle Reis-i Cumhur Celal BAYAR'a telgraf çekerek, yeni hükümeti tebrik eder. [12]

Celal Bayar da bilmukabelede bulunmuştur. [13] Nursî'nin öğrencileri de DP'lilere akıl vererek, hem nurcuları ve milleti memnun etmek, hem de Amerikan yardımcılarını kaybetmemek için ezan meselesini v.s. tamir etmeleri gereğini tavsiye ve telkin ederler. [14] Bu kanaatin asıl sahibi de kendisidir. [15]
CHP döneminde hapishanelerle barışık olan Said Nursî için 1956 yılı artık DP'lilerin bizzat, kitaplarını yayınlamak için teklifte bulundukları bir dönemdir.
[16]

Her şeyin bir karşılığı olmalıdır; O da "dindar demokratları" her fırsatta över ve 1957 seçimlerinde oyunu da onlara verir... [17]
1960, Said Nursi'nin ölüm yılıdır.

Mütercim Said Nursî

Said Nursî bir mutasavvıf olarak adlandırılmamasına rağmen, bütün söylemleri, dîni anlayış ve yorumlayış biçimi tamamen tasavvufîdir; tasavvuf kültürünün bütün mentalitesini içkindir. Yani o, adı konulmamış bir mutasavvıftır.

Said Nursi, risalelerini Allah'a atfeder. Kitaplarının hemen hemen tamamında, kendisinin Allah tarafından görevlendirildiğine inandığını gösteren beyanatlara rastlamak mümkündür.
Hatta bu kanaati o kadar kesin ki, kendinde manevî kuvvetler bulunduğuna, istese 28 senelik düşmanlarından intikamını bir günde alacağına inanmaktadır. [18]

Fakat özellikle "Sikke-i Tasclîk-i Gaybî" adlı risalesinde baştan sona, kendisinin bilgileri doğrudan Allah'dan aldığını olanca çıplaklığıyla, gayet samimane(!) anlatmaktadır. Onun zihin yapısını anlamak için sadece bu risalesini tetkik etmek yeterlidir. Kitabının adı da, kendisine gaibden gelen bilgilerin doğruluğunun, isbatının kanıtı, mühürü anlamını ifade etmektedir...

Nursî'nin, andığımız kitabında anlattığı, kendisiyle ilgili bir anekdot, ta küçükten beri nasıl bir haleti ruhiye ile yetiştiğini ifşa etmektedir: Daha kendisi 8-9 yaşlarında iken, etrafındakilerin Nakşî olmalarına ve orada meşhur Hizan Gavsı'ndan istimdat ederlerken, kendisi Gavs-ı Geylanî'ye hitab etmekte, ondan istimdat etmektedir!
Binlerce kez, kaybolan bir şeylerini buldurmak için Gavs'ı yardıma çağırmış ve yardım görmüştür!
[19]

Yani molla Said övüneyim derken, kendini ele vermiş... Çünkü Allah'dan başkasını bu anlamda yardıma çağırmanın şirk olduğunu Kur'an bize öğretmektedir.

Said Nursi'nin doğup-büyüdüğü çevrenin, şeyhlerin mutlak otoritesine dayalı mistik kültürü, evliyalar menkıbeleri, onun gelecekteki kişiliğinin ve din anlayışının temelini oluşturuyordu.

O da diğer sufiler gibi kitap yazımına rüya ile başlıyordu. Çocukluğunda (12-13 yaş) gördüğü bir rüyada Hz. Peygamberin elini öpmüş ve Peygamber, "ümmetine sual sormamak kaydıyla" ona Kur'an ilimlerinin verileceğini müjdelemiştir(!)[20]

 Bir başka rüyasında da Abdulkadir Geylanî ona Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'ya giderek, onu namaz kılıp zulümden vazgeçmeye çağırması, aksi durumda öldürmesi talimatını vermiştir. Molla Said de rüya gereğince davranmıştır. [(Tarihçe, 39 vd.).]

Şimdi burada Said Nursi'ye, rüyada Allah'dan Kur'an ilimlerini almanın imkanından, kendisinin yoksa nebî mi olduğundan sormazdan önce; A. Kadir Geylani'nin, mezarda çürümüş olduğu halde, dünyaya nasıl hükmettiğinin, bu gücü nereden aldığının, yoksa yarı-ilah mı olduğunun sorulması ilzam eder.
Üstelik, kabirden dünyayı yöneten Geylanî'nin, sözkonusu görevi bizzat kendisinin ifâ etmeyip de Nursiyi görevlendirmesi de bir nebze çelişki olmuyor mu?


Anlaşılan o ki, böyle büyük(!) rüyalarla anlatılmaya çalışılan küçük(!) dünyalar var, onun için bu rüyalara ihtiyaç var!


Said Nursî, risaleleri yazmakta kendisinin sadece bir "mütercim" olduğuna kesin olarak inanmaktadır.
O, bu risaleleri ihtiyarı dışında yazmıştır! [(Sikke, 91).]

O yalnızca, kendi hissesine "şükretmek" düşen bir mütercimdir. [(Sikke, 60).]


Şakirtlere göre, Celcelutiye, Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul Gayb gibi eserlerin müellifleri, nasıl yalnızca bunların mütercimleri iseler, Üstadları da aynen öyledir! Risale-i Nur tamamen Kur'an'ın nurudur.
[(Sikke, 215).]


"İ'caz-ı Kur'an"ı beyan etme görevini kendisine, "vakıa-i sadıka" da gördüğü "mühim bir zat" vermiştir! [(Sikke, 187).] Bu mühim bir zat, Allah mıdır, peygamber midir, bilemiyoruz.

Said Nursî, kendisinin Şark tarafından zuhur edecek nur olduğuna
[(Sikke, 189) kesin inanmıştır, hernen hemen bütün risalelerini kendisinin yazmadığını, kendinin bundan aciz olduğunu, hakikatleri beyan etmede o kadar başarılı olmadığını... anlatır. Dolayısıyla Nursinin yazıları "doğrudan doğruya bir inayet-i ilahiyye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-İ Kur'aniyye"dir. (Sikke, 192, 195).

Yani, risaleler, telaffuz edilmese de vahiyden başka birşey değildirler! Zaman zaman, risaleleri yazarken, kuş v.s. suretinde gelip, kendisini murakebe ve taltif eden(Sikke, 196), gayb alemiyle bağlantılarını ifşa(!) eder.

Şakirtleri, üstadlarının "zevahiri kurtarmak için" üç aylık bir tahsil müddeti içinde evvel ve ahirîn alemlerine, ledünnî ilimler ve eşyanın hakikatına, kainatın esrarına, ilahî hikmetlere varis kılındığına inanmaktadırlar.
Ve üstelik şimdiye kadar hiç kimse bu makama nail olamamıştır!
(Sikke, 216).

Nursi'nin bizzat kendisinin de, Risale-i Nurlar dışında bir tek kitaba dahi ihtiyaç duymamış (okumamış) olması [21] acaba, geleneksel kabuldeki, peygamberin ümmî oluşuna bir atıf, bir nazire midir bilinmez... Risale-i Nur onun değildir (Emirdağ L. 46, 49), Allah'a aittir...

Said Nursi'nin, "
izin olmadığından yazılmadı"; "bir iki sahife yazdım, perde kapandı..."; "birden şiddetli ihtar ile"; "bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi"; (Kitaplarının tamamına yayılmış durumdadır, örnek için, Sikke, 152) gibi mütemadiyen tekrar ettiği ifadeler, Allahdan vahiy aldığına kesin olarak inandığının gayet açık ve net delilleridir.

Kur'an'ın 33 ayeti hem Said Nursi'yi, hem de Risaleleri ta o zamandan ihbar etmiştir! Bu ayetlerden bazıları, 3/18, 4/176, 5/14, 108/1 ayetleridir.
(Kastamonu L. 54, 137-138)

 

Said Nursi'nin, kitaplarının vahiy ürünü olduğunu ispatlamak için en çok başvurduğu ve yüzde yüz inandığı bir yöntem de cifir/ ebced hesabıdır. Sikke-i Tasdik-i Gaybî risalesi bununla doludur.

Zümer, Casiye ve Ahkaf surelerinin başlarında bulunan "tenzîlül Kitab" ifadesi, o gün için Kur'an'a delalet ediyordu, şimdi de Risalen Nur'a delalet etmektedir.
(Sikke, 78-79).


Said Nursi, Celcelûtiye adını verdiği tamamen uydurma, bir sözde dua metninin de kendisinden bahsettiğinden emindir!
(Sikke, 107).

Ona göre celcelutiye, Peygamber'e vahiyle inmiştir. (Sikke, 101).

Şu halde hem Allah doğrudan ve rüya yoluyla, hem Kur'an aracılığıyla, hem Peygamber vasıtasıyla, hem Celcelûtiye, hem Hz. Ali ve hem de A. Kadir Geylani aracılığıyla Said Nursi'yi haber vermiş, risale-i nurun "imanı kurtaracağını" müjdelemiştir!!

Risale-i Nur'un tamamını buraya dercedemeye-ceğimiz için bu kadar iktibasla yetiniyor ve rüya-zan-vehim-uydurma rivayet geleneği -cifir- ayetlerin kasden yanlış yorumlanması gibi bâtıl ayaklar üzerine bina edilmiş bir nurculuk düşüncesinin etkisinden bütün müslümanların korunmasını temenni ediyoruz.

Said Nursi'nin, Allah'dan kendisine inzal edildiğine, yazdırıldığına mutlak surette iman ettiği risalelerdeki bu kanaatlere katılmak mümkün değildir. Allah'ın, Hz. Muhammed'den sonra hiç bir kimseye vahiy indirmediğine iman ediyoruz. Nursi'nin iddiaları zandan, vehimden, kuruntudan başka bir şey değildir.

                                                   

[1] (Tarihçe, 33). Said NURSl, Tarihçe-i Hayat, Hayatı-Mesleki-Tercüme-i Hali-SözlerY. ist-1991.

[2](Tarihçe, 40)

[3] (Tarihçe, 37)

[4] (Tarihçe, 48).

[5] (Tarihçe, 49-50).

[6] (Şahiner, 70 vd.) Necmeddin SAHlNER, Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursî, 2. bşk. Yeni Asya Y. Isl. 1974.

[7] (Şahiner, 81).   [8] (Şahiner, 128-131). I.    [9] (Tarihçe, 104)   [10] (Tarihçe, 124}.

[11] (Emirdağ L. 27). Said NURSl, Emirdağ Lahikası, SÖ2ler Y. lst-1993 (İki cilt bir arada)

[12] (Emirdağ L. 280). [13] (Şahiner, 350).  [14] (Emirdağ L. 288).   [15] (Tarihçe, 547).

[16] (Şahiner, 376).    [17] (Şahiner, 378) [18] (Tarihçe, 550).

[19] (Sikke, 116). Said NURSl, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sinan Matbaası-1960.

[20] (Tarihçe, 32-33).

[21] (Kastamonu L. 48), Said NURSl, Kastamonu Lahikası, Sözler Y. lst-1993.

 

 
  Toplam 189255 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol