İslam Akidesi
  KURAN VE SÜNNETE GÖRE RABITA
 

KURAN VE SÜNNETE GÖRE RABITA 

Rabıta : Bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, münâsebet, ilgi; müridin, şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtasiyla Hz. Peygamber (s.a.s)'e ve Allah'a kalbini bağlaması anlamında bir tasavvufî terim. "Rabıta" Arapça bir kelime olup, "r-b-t" kökünden türemiş bir isimdir. Çoğulu "revâtib"dir.
Kur'an'da "rabıta" kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan "r.b.t" mazi fiili iki yerde, muzarisi olan "yerbitü" bir yerde, emri çoğul olarak "râbitü" şeklinde bir yerde ve aynı kökten gelen "ribât" ismi de bir yerde geçmektedir.


-(Ashabı Kehf'in) kalplerini (sabır ve metânetle) bağla(yıp kuvvetlendir)miştik" (Kehf, 14);


-"Musâ'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer biz (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş (sabır ve sükûnete bağlamamış) olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı" (Kasas, 10).

-"O zaman sizi, Allah'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu " (Enfâl,11).

Bu ayetlerde geçen "r.b.t" kelimesi, insanı sabır, sükûnet ve metanette sabit kılmak, ona bu duyguyu vererek itmi'nana kavuşturmak demektir. (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kâhire1977, IV,216;el-Beydâvî, el-Envâr, Mısır 1955,II,3)

bazen de bu ribat cihada hazırlık anlamında ve sınır nöbet tutmak anlamındada kullanılmıştır.


-"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) hazırlayın. Bununla Allahın düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, ve hiç haksızlığa uğratılmazsınız" (Enfâl 60).


"Râbitu" şeklindeki emrin bulunduğu ayetin meâli de şöyledir:


-"Ey iman edenler, sabredin; direnip (düşman karşısında) sebât gösterin; üstün gelin; cihad için hazır ve rabıtalı olun" (Âl-i İmran, 200). süleymancılar BU AYETİ RABITA YAPMADAN OKURLAR VE RABITA DUASI DERLER..BUNUN NERESİ DUA..bu bir ALLAHtan gelen emirdir.bu dua olmuş olsa ilk önce bunu resulullah s.a.v yapardı sonrada sahabesi yapardı.

Bu ayette söz konusu olan "rabıta''nın ne demek olduğu hususunda alimlerin farklı yorumları vardır.

1- Atlarla saf bağlayıp tam bir irtibat halinde düşmana karşı durmak.
2- Düşman hudutlarındaki karakolları beklemek.
3- Allah düşmanlarının saldırısını önlemek için nöbet beklemek.
4- Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek

Bu manada olarak Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur:
“Bir namazın ardından diğerini beklemek ribat/rabıta kabilindendir”. “Size Allah’ın hatalarınızı ne ile sileceğini, derecelerinizi ne ile yükselteceğini söyleyeyim mi? Evet, buyur, söyle dediler. Zor şartlarda dahi mükemmel bir abdest almak, mescitlere doğru çok adım atmak, bir namazın ardından diğerini intizar etmek… İşte ribat/rabıta budur, rabıta budur, rabıta budur”

Hz. Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle diyordu: "Allah yolunda bir günlük ribât, diğer menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha hayırlıdır." Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 26; ( 1667, 1664, 1665); Buharî, Cihâd 73; Müslim, İmaret 163; İbnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39).Kutub-i sitte: 962

Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor: "Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz." Tirmizî, Fedâilu'1-Cihad 2,(1621); Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500). Kutub-i sitte: 963

Kurân-ı Kerim’de ve sünnette bulunan bir kavramı Hz. Peygamber’in ve onu izleyenlerin anladığı gibi anlamak esastır. Bu ve benzeri kavramları doğru anlayabilmek için muhtaç olduğumuz birinci kural budur

İkinci kuralımız ise, sık sık tekrarladığımız gibi şudur: İbadetler tevkîfidir, yani Hz. Peygamber tarafından sabitlenmiştir, onlarda hiçbir artırma ve eksiltme olmaz. Çünkü ibadetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı akıl üstü konulardır ve bizler ibadetlerden hiçbir şeyi kaldıramayacağımız gibi, onları değiştiremeyiz ve eklemeler de yapamayız. Onlar tamamen Mabudun hakkıdır ve onlara müdahale bidat sayılır. Efendimizin ifadesiyle; “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürürür.

 

TASAVVUF ehlinin öne sürdüğü MAİDE süresi 35 veTEVBE süresi 119. ayetlerine bakalım

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.maide süresi 35

şimdi bu ayetin tamamı budur.resulullah sav bu ayeti önce kendi tefsir etti sahabelerine anlattı çünkü görevi buydu.bu kitabı hem açıklayacak hem davetini yapacaktı.acaba bu ayeti atladı mı?

sahabeler sordu bize bir vesile söyle
-sadaka ver
-gece namazı kıl
-oruc tut
annene babana iyilik yap
-akrabanı gözet
-cihad et demiştir

şimdi burda vesile şu demektir ALLAHIN VE RASULUNUN bildirdiği salih amellerle ALLAHa yaklaştıran herşey vesiledir.ALLAH bu ayette daha iyi anlaşılsın diye ....O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. buyurmuştur.ne yazıkki bu tasavvuf ehli insanlar bu ayetin tamamını kitaplarına koymaz ve açıklamazlar


O'na yakınlık kazanmak için her yararlı işe sarılmak ve bütün hayırlı yolları denemektir. Çünkü bu âyet-i kerîmedeki «vesîle» araç demektir. Öyle ise Rabb'imizin yakınlığını ve hoşnutluğunu bizim için sağlayacak olan her şey, bu âyet-i kerîmenin kapsamı içine girmektedir.

Şu halde âyet-i kerîmedeki bu sınırsızlığı inkâr edercesine onu sırf râbıta için bir kanıt olarak ileri sürmek; ya da genelliğini kabul etmekle beraber hiç bir alâka yokken onu râbıta ile iliştirmek ve hele bütün bunların ötesinde, (kaynağını Budizm'den aldığı ve İslâm'a zaman içinde yamandığı bütün çıplaklığıyla ortada bulunan, üstelik bir Hind meditasyonundan asla başka şey olmayan) râbıtayı meşrulaştırmak için bu âyet-i kerîmeyi alet etmek, iki ihtimali ortaya getirmektedir:


Birinci ihtimal :
İslâm'ı çarpıtmak ve onu içeriden çökertmek için amaçlı düşmanlıktır ki bu ihtimali râbıta yapanlar ve yaptıranlar için düşünmek (ileride ayrıntılarıyla açıklanacağı üzere) mümkün değildir.
İkinci ihtimal : Bilgisizlik, ya da bilgi yetersizliğidir; Buna bağlı şartlanmışlık altında gösterilen direniş ve inattır. Yani bu iş, esasen akıllı bir düşmanın marifeti olmasa gerektir.

TAVBE SÜRESİ 119.ayete gelince
Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.

bu da yine tefsir âlimlerinin tesbitine göre Hz. Peygamber (s)'in H. 8/M. 630 yılında tertip buyurduğu Tebuk Seferi'ne katılmaktan bilinçli olarak geri kalan Şair Kâab b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mirâra b. Rabi' adlarındaki üç zat hakkında inmiştir ki zaten bundan önceki âyette (yani Tevbe Sûresi'nin 118'inci âyet-i kerîmesinde) adları açıklanmamış olsa bile bu asker kaçaklarının üç kişi oldukları ifade edilmektedir. Dolayısıyla âyetin iniş sebebi berrak bir şekilde ortadadır. Şimdi, bu âyet-i kerîmeyi başka yönlere çekenlerin iman, akıl, bilgi ve ahlâk bakımından hangi derekelerde bulunduklarını bir kez daha teşhis edebilmek için onu, önceki iki âyetle birlikte tekrar incelemeye çalışalım. Evet Allah Teâlâ, Tevbe Sûresi'nin,117. 118 ve 119'uncu âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle buyurmaktadır:

Âyet- Tevbe 117: «Gerçek şu ki Allah, Peygamber (s)'i ve O'na o zor saatte uyan muhacirleri ve ensârı bağışladı. İçlerinden bazılarının kalpleri kaymaya yüz tutmuşken yine de onların tevbesini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı şefkatli ve esirgeyicidir.

Âyet- Tevbe 118: «Keza seferden kendilerini geri bırakan o üç kişinin de tevbesini kabul etti. Dünya bütün genişliğine rağmen onların başına daralmıştı. Canları sıkıldıkça sıkılmış, ancak Allah'a sığınmaktan başka çareleri olmadığını anlamışlardı.(Nihâyet) tevbe etsinler diye Allah onların tevbesini kabul buyurdu . Çünkü elbette tevbeyi kabul eden ve elbette ki esirgeyen Allah'dır.»

Âyet- Tevbe 119:«Ey iman edenler!Allah'tankorkun ve doğrularla beraber olun.»

bu ayetleri açıkladıktan sonra Hind kaynaklı bir meditasyon uygulamasına kanıt göstermek, Allah'ın yüce kitabını alaya almaktan başka bir şey değildir!
Bu ise ister bilgisizlik, isterse bir hamâkat eseri olsun, bir yanlışlık ya da mazeret olmaktan uzaktır.
Başta Halid Bağdâdî olmak üzere bu şahıslar, meşruluğunun da ötesinde onun kaçınılmaz gerekliliğini, hatta râbıtanın, kaynağını Kurân-ı Kerîm'den ve Rasulullah (s)'ın sünnetinden aldığını kanıtlamak için olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Râbıtaya bazı izahlarla belli bir boyut kazandıranlar, yakın tarihte yaşamış olan Nakşibendî şeyhleridir.

 

TASAVVUF ŞEYHLERİNİN RABITA TANIMLARI:
Halid Bağdâdî'ye mal edilen açıklamada şöyle denilmektedir:

«Tarîkatta râbıta: Mürîdin, Allah'da fânî (Fânî olmak: Bir tasavvuf terimidir. Sûfîler arasında genel olarak «Allah'da fânî olmak» ya da «fenâfillâh» şeklinde de ifade edilmektedir) olmuş bulunan şeyhinin şeklini hayâlinde sürekli canlandırmasıyla onun rûhâniyetinden yardım istemesi (Tarîkatların hemen tamamında ve özellikle Nakşibendî Tarîkatında çok önemli bir inanış şekli olan «Rûhâniyetten istimdâd» ya da günümüzün Türkçe’siyle (Evliyaların ruhundan yardım dilemek), kaynağını Animizm'den alır. «Animizm, ataların ruhlarına tapma esasına dayanan politeist bir inançtır.») demektir. Bu da mürîdin edeplenmesi (saygılı olmaya alışması) ve tıpkı şeyhinin yanında bulunuyormuş gibi gıyabında da ondan feyiz alabilmesi için lüzumludur. Çünkü mürîd, şeyhinin şeklini hayâlinde canlandırmakla ancak huzur bulur, nurlanır ve bu sayede çirkin davranışlarda bulunmaktan sakınır. ( Halid Bağdâdî, Risaletun fi Tahkıyk’ır-Râbita (Raşahât'ın kenarı, s. 221-232) ) »

Kişi doğrudan doğruya Allah'ı düşünür, bir nevi Allah ile manevi bir bağ kurar ve hep O'nunla beraber olduğunu tasavvur eder. Bu şekilde manevi bir bağ kuramazsa, bağlı bulunduğu mürşidini düşünür. Onun bağlı bulunduğu şeyhlerin silsilesi ile Hz. Muhammed (s.a.s)'e ulaşır. O'nun vasıtası ile de Allah'a ulaşır ve O'nunla manevi bağ kurar. Tasavvuftaki rabıta, bu şekilde dolaylı yoldan Allah'a gitmek ve aracılar vasıtasıyla O'nunla manevi bağ kurmaktır. Doğrudan Allah ile manevi irtibat kuramayanlara bu şekildeki rabıta tavsiye edilmiştir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir. (M.Halid,Rabıta hakkında risâle,İstanbul 1924,s.238; Selçuk Eraydın, tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990,s.447)

Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle buyuruyor:
Rabıtanın en üstün derecesi,iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp,senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek,şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir[color=darkred] (Ruhu'l-Furkân cII,s 79) [/color]

BUNUDA aşağıda yazmış olduğum olaya bağlarlar ne derece işlerine yarar bir delil bilemem ama kendilerinin delilleri budur
zaten Tarif edilen rabıtayla bunun bir ilgisi yoktur .Sebebi ise Rabıta sırasında şeyhin ruhaniyetinin müridin yanına geldiğini iddia etmektedirler. Şeyhin ruhaniyeti müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?

“Hz Ebubekr radıyallahu anh kaza-i hacet (tuvalet) için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden hali bir yer bulamadığından, bu durumu Efendimiz’e şikayet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi” yani Hz. Ebubekir tuvalette, ihtiyacını karşılarken bile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi hayal ediyordu.


Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz , tuvalette iken bile Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizi ister istemez aklına hayaline geldiğini , bunda da bir sorumluluk olup olmadığını sorduğunda Rasulullah (s.a.v) efendimiz bunun fıtri bir şey olduğunu , önüne geçilemeyeceğini , bir vebali olmadığını bildirmiştir.



Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Rasulullah (s.a.v) ben de senin tuvalette beni hayal ettiğini , düşündüğünü biliyorum , sana yardım ediyorum , nerede ne yaptığından haberdarım dememiştir !

Kişinin annesini , babasını, evladını , öğrencisini ,şeyhini , işini vs düşünmesi hatırlamaktır . Rabıta değil. Çünkü rabıta da karşılıklı düşünme ve haberdar olma yardımlaşma ve ne yaptığından haberdar olmak anlatılmaktadır !
İşte bu tür sapkın anlayışlarda şeyhinin kendini her halde iken gördüğünü sanan cahil softalar tuvalet ve banyoya bile günlerce girememektedirler . Allah c.c. akıl fikir ve sahih bir itikat versin.

 

Resim kullanarak Rabıta Yapmak

Tarikat ehli, rabıtayı ayet ve hadise dayandırmaya çalışmaktadır. Onlara göre, "sadıklarla birlikte olun" (Tevbe, 119) gibi ayetler ve "kişi sevdiğiyle beraberdir" (Buharî, Edeb; 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50.) gibi hadisler, rabıtanın caiz olduğunu göstermektedir. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, Rabıta mad.)
Bu hayal etmeyi gerçekleştirmek üzere bazı tarikatlarda (mesela menzil) müritler, üzerlerinde şeyhinin resmini bulundurmaktadırlar. Hatta Hz. Peygamber (sav) adına yapılan hayali bir resmi üzerlerinde bulunduran tarikat mensupları da.

Bu elbette cehaletten öte bir cinayettir. Cahiliye dönemindeki Kureyşli putperest müşriklerde sevdikleri alimlerin ve büyüklerinin putlarını karşılarına alarak Allah’a yaklaşmaya çalışır , yasak olmadığı için ibadetlerinde heykelleri (put) aracı kullanırlardı. Günümüzde bu şekilde şeyhlerinin hayal ile yada resimler aracılığı ile Rabıta yapanlar İslam dininde ayet ile haram olan heykel-put hükmü bulunmasaydı şeyhlerinin putları karşısına geçerek rabıta yapmaları daha kolay ve etkili olurdu . O zaman mürit, şeyhinin putu karşısına geçecek, ona rabıta yapacak ve onun ruhaniyetinden yardım isteyecekti. Ona karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvaracaktı.
Puta tapanların yaptığı zaten bundan başkası değildi. Aradan heykeli kaldırıp yerine şeyhin hayalini geçirmek neyi değiştirir? Puta tapanlar da zaten taştan veya ağaçtan bir şey beklemiyor, onun temsil ettiği varlığın ruhaniyetinden yardım bekliyorlardı.


BU AYET SİZE YETER..
“ İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir.
Onun berisinden veliler edinenler "Biz onlara başka değil sadece bizi Allah’a tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz." derler. İşte Allah, onların aralarında tartışıp durdukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve gerçekleri örtüp duran kimseleri doğru yola sokmaz .” (Zümer 3)

 

CİMA ANINDA ŞEYHİNİ HAYAL , RABITAYA AKLİ DELİL !

Tasavvuf camiasının sevilen simalarından ! Cübbeli Ahmed Mahmud Ünlü ise “TARİKAT-I ALİYYE’DE RABITA-I CELİYYE” adlı kitabında Rabıtaya deliller bulmaya çalıştıktan sonra, “Rabıta Hakkında Akli Deliller “ bölümünde 261. sayfasında şu maddeyi delil olarak bizlere sunmuştur !

“Herhangi bir işi , severek ve kalbi istila edecek şekilde düşünmek o işi yapmak gibi insana tesir eder. İyilikleri düşünmek iyi , kötüleri hayal etmekse kötüdür.Bazı ulema , doğacak çocuğa bereketi sirayet eder ümidiyle kişinin, cima halinde Salih kimseleri düşünmesini güzel görmüşlerdir. O halde düşünceyi haram ve mübahlardan çevirip , iyilere yönlendirmek , hiçbir akıllının inkara kalkışmaması gereken şeylerdendir ki rabıta da bu hayali sohbetten ibarettir.”
( Muhammed Salih , Beğiyyetü’l- Vacid , Sh . II)

Cima anında neler yapılması , nasıl hareket edilmesi ehli sünnet kaynaklarıyla bellidir. Rabıtayı savunabilmek için akil yoluyla delil bulmaya çalışan ve bu uğurda mahremlerine 3. bir kişiyi sokanların ehli sünnete göre delilleri nedir merak ediyoruz ? halbuki tam tersine deliller var iken ...

 

Peki Ya Birde “Ölüye Rabıta”ya Ne demeli ?

Tarîkatçılara göre yalnızca sağ olan mürşidden değil, aynı zamanda ölüden(kabirden) de yardım beklenir. Yani şeyhin rûhâniyetinden yardım dilemek için onun, sağ ya da ölü olması fark etmez. Bu inanış hemen hemen bütün tarîkatlarda vardır ve «himmet dilemek», «bereket talep etmek», «feyiz almak» «istifâzada bulunmak» ya da «rûhânîyetten istimdâd etmek» gibi çeşitli deyimlerle ifade edilir. Mehmed Zâhid Kotku bu konuda aynen şunları kaydetmektedir:

«Bu tarikde şeyh, kemâl-i marifet ile mütehakkık olursa, ifâzada (yardım etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar»
Aslında müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öldükten sonra bir «tîğ-i üryân» gibi, yani kınından çıkmış olan bir kılıç gibi çok daha keskin olur ve onu çağıran insanın imdadına çok daha çabuk yetişir.
(Mehmed Zâhid Kotku (H. 1313/M. 1897-H. 1401/M. 1980) Tasavvufî Ahlâk: 2/272)


Abdulhakîm Arvâsî'nin, «Mezarlara Râbıta Keyfiyeti» başlığı altında aşağıya alınan sözleri ilginçtir. Arvâsî şu öğütleri vermektedir:


«Mezar ziyaretçisi mürîd, nefsini her türlü dış alâkadan boşaltır. İçini dünya kayıtlarından uzaklaştırır. Kalbini ilimler ve nakışlardan ve hadiselere bağlı duygulardan çekip çıkarır. Ziyaret ettiği mevtânın rûhâniyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerinden bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar. (...)»

«Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yaklaşıp selâm verir. Mezarın ayak ucuna yakın sol tarafına durur. Ona karşı hayattaki tavrını muhafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabının mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânın rûhâniyetine teveccüh eder....»
(Abdulhakîm Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe Risâlesi s. 23 Sadeleştiren N. F. Kısakürek)



BU AYET SİZE YETER
(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. FATİHA

 

Yine şu uydurma sözü hadis diye kabul ederler:
İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Mahmut Ustaosmanoğlu başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.)


Bu sözü delil olarak ta Aclûnî'ni Keşf'ül-Hafâ adlı kitabında olduğu için kabul etmektedirler.
Halbuki Aclûnî bu eserini, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ortaya koymak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız ibn-i Hacer'in şu sözünü naklediyor: "Aslı olmayan hadisi kim nakletmişse Buhârî'nin Sülasiyyat'ında rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kapsamına girer : "Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse Cehennem'de oturacağı yere hazırlansın. " (İsmail b.Muhammed el-Aclûnî, Keşf'ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c.I,s 8 )

Sonra alfabetik olarak hazırladığı kitabında hadislerin kaynaklarını veriyor. Ama bu sözle ilgili olarak sadece "İbn-i Kemal Paşa'nın el-Erbaîn'inde böyle geçmiştir." ifadesini kullanıyor. İbn-i Kemal Paşa'nın bu eserine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görüyoruz . (İbn-i Kemal, Paşa,el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi,1694).

(İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim'in meşhur Şeyhülislamı'dır. 1469'da Tokat'ta doğmuş,1534'te İstanbul'da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir fark varken hiç bir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur'an'a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde , kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.)

SİZE BU AYETLER YETER

“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer 42)Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadır.

Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.” (Fatır 22)

Hz. İsa aleyhisselamın ahirette yapacağı konuşmayı veren şu âyet üzerinde düşünmek gerekir.
-Ve Allah demişti ki: "Ey Meryem oğlu Îsâ, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin?". "Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen!".
- "Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.” (Mâide 116-117)


Büyük Peygamber Hz. İsa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa, ölen bir velinin ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olması nasıl kabul edilebilir? Günümüzdeki en büyük İslam alimleri, sözünü ettiğimiz anlamdaki rabıtaya bidat olarak baktıklarını da burada zikretmeliyiz.
Mesela Ramazan el-Bûtî şöyle söyler:“Şüphesiz tarikat şeyhlerinin sonradan icad ettikleri rabıta bidattir, çünkü bunun dinde hiç bir dayanağı bulunmamaktadır”.

 

Ölüden Yardım İsteyenlere Örnekler
1- Said Nursî Örneği


Nurcular şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığını iddia ederler:
“Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olursa olsun yetişirim imdada ”
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.)


İspat için, cifr denen hayali şeylere dayanır ve şiirde, Abdulkadir Geylânî’nin şu anlamı sakladığını söylerler:
“Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydoğu Asya’dan bidatçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada Allah’ın izni ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim.”

Yardımın nasıl gerçekleştiği de şöyle anlatılıyor:

“Evet Hazret-i Gavs’ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya’nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs’ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.
Üstadımız diyor ki:

“Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir ."
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084.)


SİZE BU AYETLER YETER...


“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir Allah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 62)Güç yetirilemeyen konularda başkasından yardım alınabilirse artık kim Allah’a sığınır? Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:


“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.


Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)


“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)



“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? Allah bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zümer 3 8 )


Fethullah GÜLEN Örneği

Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcası Hamza’nın kendine, sayılamayacak kadar çok yardım ettiğini iddia eder ve onlardan birini şöyle anlatır:

Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz... “Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum...
Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!” diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı... Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi... .

[size=12]
Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996, ayrıca
0000://arsiv.zamanXXXX.tr/1996/11/28...ndi/index.html ; (30/11/2003)



Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza!” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yetiş!..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra şöyle diyor:

“Ehl-i tahkik, şahıslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede olduğu gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-ı Hakk’ı göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasıtalıktan öte tasarruf adına hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onları vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tır. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardımcı olması, bir şey yapması mümkün değildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarında, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlarını yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamış olanlar, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşanları Allah’ın izniyle her zaman destekler, onlara arka çıkar ve onları korurlar. Ama, arz ettiğim gibi frekans birliği şarttır”.

İsa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak şöyle diyorlar:
“İsa kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır .
(Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 859. )

Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır”( .Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519).


“İşte Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakınından çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 13-14)

“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.”
De ki: “Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.” (En’am 63-64)


Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut 65)

“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkaf 5)

 

Semerkand yayınlarından - Arifler Yolunun Edepleri - S. Muhammed Saki Haşimî - Sayfa : 80 - 90 dan rabıta nasıl yapılır bölümünde siyah yazılar kitaplarından kırmızı yazılar ise REDDİYEDİR

RABITANIN YAPILIŞ ŞEKLİ
Rabıta, çok değişik şekillerde yapılabilir. Rabıtanın temeli muhabbete dayandığı için, herkesin muhabbeti ve sevgi meşrebi bir değildir. Ancak, rabıtanın genel usul ve edepleri vardır. Rabıta bunlara göre yapılmalıdır. Rabıtayı yapılış zaman ve şekline göre büyükler iki gruba ayırmışlardır.


Rabıta'nın Kuran ve Sünnet'te olmadığı itirafınız ile aşikare ortada ! Kendilerinin de ifade ettiği gibi rabıtanın temeli kuran ve sünnet değil , muhabbete dayanmaktadır ! Bu arada Kuran ve sünnete dayanmadığını bildikleri için doğal olarak Rabıtanın zamanı , yapılış şekline göre "muhabetsever büyükler" belirleyerek 2 guruba ayırmışlar. Bu büyükler kimlerdir, hangi devirde, tarihte piyasayı başlattılar ? kimse bilmez

1- Mürşidin Huzurunda Yapılan Rabıta :
Mürid, mürşidinin huzurunda rabıta yaparken, O'nu yüksekçe bir taht üzerinde oturan azametli bir sultan gibi görür.

Evvela kuran sünnet delil kopukluğuyla yemek tarifi misali rabıta icra-i sanat tarif edilmiş . Devamında ise mürid , mürşidin huzurunda olmasına rağmen onu huzurunda olduğu hal üzere değil de kendi üstün hayal yeteneği ile mürşidini yüksekçe bir padişah tahtı üzerinde kurulan ihtişamlı ve azametli bir sultanmış gibi görür. Siz bakmayın burada görür dediğimize bu sanal bir görüştür , aslında o anda mürşid normal yerde oturmaktadır)) Sultan gibi görmesi gerektiği talimatı da herhalde Osmanlı’da padişahların ahaliyi yani tebasını kullarım diye hitab etmesinden olsa gerek

Kendisi de onun huzurunda boynunu büküp duran bir fakir gibi bulunur. Kalbini bir dilenci torbası gibi açarak hükümdarın huzuruna arz eder. Bu hal, hayal ile değildir. Çünkü orada mürşid hazırdır ve hayale gerek yoktur.

Görüldüğü gibi mürid kul ; padişahının huzurunda el pence ,süklüm püklüm bir fukara gibi pisikozlara bürünmekte , ihtişamlı sultanından sanal filesini açarak bahşişini beklemektedir. Tabi bütün bu trans halleri hayal değilmiş Çünkü mürşid odada hazırdır !! Mürşid aynı odada diye onu her türlü hal üzere düşünmek ,hayal etmek sınıfına girmez. Nasıl olsa aynı odadasındır artık . Ne zaman mürşid odadan çıkar , o zaman farklı hal üzere gaybı hayal ederek (rabıta) düşünürse hayal olur. Aynı duvarlar içinde mürşidini farklı vaziyette düşünmesi hayal değil canlandırmadır !!

Mürid, ümit ve edeple mürşidinin vereceği manevi hediyeleri bekler, ondaki nur ve feyze talip olur. Bütün duygularını ve sevgisini onda toplar.

Evet sanal filesini açan mürid , azametli sultan konumuna soktuğu mürşidinden manevi hediyelerin transit şeklinde akışına hazır haline gelmiştir artık. Yeter ki azametli sultan , copy-paste yöntemi ile kendisinde menbaı olan nur ve feyizi müridine nakil etsin. Ee havadan (beleşten) bu kadar nur ve feyize gark olan mürid tüm sevgisini , dikkatini ve beş duyu organıyla duygularını efendisinin üzerinde toplar

2- Mürşidin Gıyabında Yapılan Rabıta :
Mürşidin, gıyabında yapılan rabıta iki kısımdır. Birisi günlük ders olarak yapılan rabıta, diğeri de devamlı olup bütün zamanlara yayılan rabıtadır. Her ikisini usulüne uygun yapanlar büyük menfaat elde ederler. Bu usulleri kısaca tarif edelim.

Mürşidin huzurunda yapılan rabıta tarifinde olduğu gibi gıyabında yapılan rabıta da yine Kuran ve sünnet dayanağı hak getire !
Böyle bir şey sunma ihtiyacı olmadığı gibi zaten elimizde olsa sunmaz mıyız efendim der dediğinizi duyar gibiyiz. Üstelik gıyabında yapılan rabıta huzurunda yapılan rabıtadan daha teferruatlı . Çünkü her gün ders olarak belletilmiş ve diğeri de bütün zamanlara taksim edilmiş . Bunları töre üzere yapılırsa büyük menfaatler elde edeceklerdir.Tabi o menfaatler nedir ve kimden elde edeceklerdir kısmı ise kişiye göre değişebilir



Günlük Ders Olarak Yapılan Rabıta :
Mürid, günlük rabıta dersini yapacağı zaman, akşam namazından sonra, abdesli bir şekilde kıbleye karşı adap üzere oturur, gözlerini kapatır, yirmi beş (25) defa estağfirullah der.

Görüldüğü gibi ders akşam namazından sonra başlatılıyor . Akşam namazından önce olursa öğrenci dersten fayda görmesi şüphelidir.
Ders (rabıta) yapacak mürid gözlerini kapatacak yoksa hayal kurması daha doğrusu azametli sultanının siluetini beyninde canlandırması güçleşir. Hazır gözlerini kapatmışken 25 kere estağfirullah diyecek. Tabi bu 25 sayısı tarikatçıların Pİ sayısıdır. Bu sayıyı nerden buldunuz gibi bir soru sormak abesle iştigaldir. Böyle ellerinde mevcut daha pek çok ne idüğü belirsiz çeşitli rakamlar , diğer tesbihatlar için formule bağlanmıştır bile ! Daha estagfirullahı nereden bulduklarını sormanın ise hiç alemi yoktur .Sen denileni yap. "Gassalın önündeki meyyit" kaidesi işte bu günler içindir !


Mürşidinin dolunay gibi ilahi nurlarla parlayan cemalini hayalinde canlandırır. Onu gözünün önüne getirmeye ve ondaki nurlardan nasiplenmeye çalışır. Bunun için mürşidin iki kaşı arasından çıkan bembeyaz süt şeklindeki ilahi nurun ve feyzin, müridin ağzından girerek kalbinin üzerine geldiğini, kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını düşünür.

Yine yukarıda kısmen değindiğimiz sinevizyon canlandırma , müridin üstün hayal yeteneği ile sanal aktör rolüne soyundurulan mürşid , her mürid tarafından aynı senaryoyu mota mod (birebir) yapacaktır.
Gelin hep birlikte senaryo metnini bir dahi aşk ile okuyalım ):
“mürşidin iki kaşı arasından çıkan bembeyaz süt şeklindeki ilahi nurun ve feyzin, müridin ağzından girerek kalbinin üzerine geldiğini, kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını düşünür.”
Peh peh peh... Kuran ve sünnete bağlıyım diyenler bu tür safsataları nereden bulupta piyasaya sürerek saf insanları zehirliyorlar ?
Şeriat nizamı İslam dini böyle maskaralıklara alet olacak mıydı ? Yarabbim , bizi sıratı mustaqimden ayırma..


Buna 10-15 dakika devam eder. Rabıtanın en azı beş (5) dakikadır. Duruma göre bu süre uzatılabilir. Sonra 25 defa estağfirullah diyerek gözler açılır.

Burada ise rabıta dersinin süresini öğrenmiş bulunuyoruz. 5 İle 15 dakika arası . Eğer elektirikler kesik çalışamadıysan veya hayal alemine dalmakta güçlük çektiyseniz bu süre mecburen daha da uzatılabilir . Tabi bu süreyi nasıl bulduklarını , kuran ve sünnete nasıl uyduruldu diye sormak yine suçtur , sakın ha!...

Kadınlar ders rabıtası yaparken, mürşidi bir nur şeklinde, güneş gibi parlak vaziyette düşünürler. Mürşidin vücut azaları, başı, yüzü, gözü zahiri olarak değil, ilahi nur ve feyiz ile dolu gönlü ve o gönüldeki nurun dışa yansımış hali düşünülür. Ruh ruha, kalp kalbe, gönül gönüle bağlanır ve ondaki ilahi nurdan, feyizden, sevgiden, ilimden ve edepten nasiplenmeye çalışır.

Mürid kadınların ,erkek mürşidlerine rabıta yapmasını namahrem olmaları bile engelleyemez ! Onlar , nikah düşsede mürşidlerini her gün hayal edebilirler. Tabi canım ne kadar kalbiniz fesad sizin . Burada nur ve feyiz , sevgi ve ilimden elde edebilmek menfaatı için böyle bir namahrem hocayı (mürşidi) düşünmek serbesttir ! Hem hoca öğrenci ilişkisinde namahrem olayı mı olur ? Üstelik hayal ederek günaha mı girilir. Sizde çok derinlere dalmayın canım...
Sahi en çok hadis rivayet edenlerden Hz. Aişe annemiz bile, mürşidi olan rasulullaha böyle (rabıta gibi) bir hayal fantezisi ile nur, feyiz ve ilim elde etmeye çalıştığını bildiren 1 tane hadis rivayet etmiş midir ?
İslamda ilim feyiz elde etmenin yolları böyle bulanık sularda balık avlamak misali midir ?
_ "Mü’min erkeklere de ki: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar. Böylesi onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki Allah yaptıkları işlerden çok iyi haberdar olandır.- Mümin kadılara da de ki: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar.”Nur30-31)


Ders olarak yapılan rabıtanın vakti akşam ile yatsı arasıdır. Ramazan-ı şerif ayında ise bu ders öğle ile ikindi namazı arasında yapılır. Ramazan ayının ve orucun bereketinden istifade etmek için Ramazan ayında rabıta gündüz yapılır.

Ramazan ayının gündüzü de gecesi de bereketlidir. Demiyorsunuz ki açlıktan iftar sofrasına rabıta yapan müridi, şeyhe rabıta yapmaya kanalize etmek daha basittir )) Ramazanda iftar açan mürid rabıtaya nasıl vakit ayırsın? Sahi Rasulullah ve sahabeler ramazan ayında cihad ettiğine dair hadisi şerifler günümüze gelmişken rabıta yaptığına dair deliller sadece tarikatçılara mı gelmiştir

Hayatın Her Anına Yayılan Rabıta :
Buna manevi ve hayali rabıta da denir. Bu rabıtanın şekli çoktur. O belli bir vakte bağlı değildir. Her iş ve ibadetten önce yapılacak bir rabıta şekli vardır.

Kuran ve sünnete dayanmayan rabıtanın görüldüğü gibi çeşit ve şekli çoktur. Biz daha 1 tanesini kabul edemezken bir sürü rabıta şekilleri amip gibi kendi içinde hücrelere bölünerek günümüze kadar çoğalmıştır. Son sayım yapılmadığı için sayısını veremiyoruz şimdilik .
O yani rabıta belli bir vakitte değil, her iş ve ibadetten önce hatta besmeleden önce bile gelir ! Bir nevi uyanık ile sayıklama hali arasında bir vaziyette müridin mürsidiyle yapacağı sanal istihare rabıtasıdır


Bu rabıta ile basit işler güzelleşir, görülen şeylerden ibret alınır, kalp devamlı uyanık olur, insan edeplenir. Rabıta desteği ile yapılan amellerde insan, varsa riyasını görür, ihlasa sarılır, kusurlarını fark eder.

Rabıta adı altında şeyhinin hayali canlandırmasına iyice meleke kazanan mürid ; artık mürşidinin , kendisini kendisinden daha iyi gördüğünü ve bildiğinin şuuruna varır ! (Dikkat edin Allah demedim ,mürşid !)
Mürid eğer amellerinde riya var ise artık her şeyi mürşidine şeffaflaştığı için artık riya gibi çeşitli kusurlarını düzeltmek zorundadır .Yoksa mürşidine karşı ayıp ve saygısızlık etmiş olur. Bunu (kusurlarını ) hayatı boyunca kendisine şah damarından yakın olan , kalbinin içindeki gizlinin gizlisini bilen Allah'a (c.c) rağmen düzeltmemiştir. Fakat bu sıfatları rabıta adı altında mürşidine vererek , şeyhime karşı kusurlarım ayıp olur , çünkü o her an benle beraber görüp biliyor , durumumdan haberdar diyerek kendini düzeltmelidir


Manevi rabıtanın bir şekli mürşide ait şeyleri sevmektir. Mürşid sevgisini kuvvetlendirmek için onun ehl-i beytini, oturduğu yerleri, kendisiyle ilgili şeyleri düşünmek, bir yandan muhabbetle ayrılık hasreti çekmek, öbür yandan buluşma özlemi ile kalbi mürşide bağlamak gerekir.
Mürid, yolda yürürken, yemek yerken ve bir işe giderken mürşidine yönelerek onun ruhaniyetini kendi tarafına çekebilir. Bu ruhaniyetin nurları ve tasarrufatı altındaki bir insan Allah'ın rahmetini üzerine çekmiş olur. Bu rahmet ona çok şey kazandırır.

Mürşidine yönelmenin adı koyulmamış ama buna da “hareketli yarım rabıta” desek uygun olur.
Mürid, görüldüğü gibi uyanıkken bile rabıta ile Allah , peygamber , müslüman ümmet sorunları gibi bir dertle değil ; mürşidi ile 24 saat kesintisiz komünikasyon halinde.
Her anında mürşidinin ruhaniyetini yanında ve gözlemi altında olduğuna inandırılan mürid artık mürşidinin sevk ve idaresinde emin ellerdedir artık.


Mürid, günlük işlerinde de rabıtalı olmalıdır. Mesela uyuyacağı sırada mürşidini baş ucunda kendisine feyiz akıtır vaziyette düşünmesi, aynı şekilde uykudan uyanınca, bir ders alma veya verme anında, namazın başında ve sonunda rabıta yapması önemli kazanç sağlar. Çünkü müridin iki rabıta arasında işlemiş olduğu her amel, rabıtanın bereketi içinde işlenmiş olur. Namazın içinde rabıta yapılmaz.

Evet en sonunda mürşid yatakta da faaliyete başlatılmıştır artık. Bütün gün birlikte olunulan mürşid yatarken bile artık ister istemez ayrı düşünülemez duruma getirilmiştir. Uykuya dalarken bile mürşidinin işi gücü bırakıp gündüz yetmezmiş gibi gece-gündüz uyanık ve uyku hali dahil vazifesi mürşidine feyiz akıtmaktır . Gecenin herhangi bir saatinde uykudan kalkan mürid rabıta yapsa mürşidini nöbetçi rabıtacı vazifesiyle iş başında bulacaktır

Sabah uyandığında da yine mürşidini feyiz görevinin başında bulmalıdır. Unuturda kahvaltıya giderse ayıp eder ! Bir de "Namazın içinde rabıta yapılmaz" demiş hazret ! , Utanma yap de bari ! Anlayın ki robotlaştırılarak düşünme melekesi elinden alınan mürid ne hale getirilmiş ki , namazda bile rabıta yapabilir endişesiyle "namazda ara ver" demek zorunda kalınmıştır .Bırakalım ehlihikaye vel menkıbe delillerini de biz ehli sünnetin sahih kaynaklarına bir göz atalım:
Sahih hadiste ise Müslümanın uyuyacağı sırada ne yapması gerektiği gayet açıktır :
kütüb-i sitte 1795 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn'i ve Kul hüvallahu ahad'i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi".
Buhari Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2, 942); Tirmizi, Daavât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).
Kütüb-i sitte 1797 - Hz. Berâ (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Yatağına girdiğin zaman şu duayı oku:
"Allahım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümitvarım, gazabından da korkuyorum. Senin ikabına karşı, senden başka ne melce var, ne de kurtarıcı. İndirdiğin Kitab'a, gönderdiğin Peygamber (aleyhissalâtu uesselâm)'e imàn ettim" "Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen hayır bulursun."
Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Müslim, Zikr 56, (2710); Tirmizi, Daavat 76, (3391); Ebu Dâvud, Edeb 107, (5046, 5047, 5048).)


Rabıtanın bereketi, kalbi Yüce Allah'a bağlamak ve onu her an uyanık tutmaktır.

Vallahi Yalan ! Rabıtanın bereketi ; kalbi ,azametli sultan yani mürşide bağlamak ve gece yatıp kalkarken dahi mürşide her an uyanık tutmaktır

Müridin, dostlarıyla veya yabancılarla sohbet ederken, evinde ailesi içinde oturup kalkarken rabıta yapması da önemlidir. Bunun en önemli faydası gaflete düşmemek, boş konuşmalardan kaçınmak ve karşısındaki kimselere edepli davranmaktır.

Bu mürid bir rabıtadan girip diğer rabıtadan çıkıyor . Rabıtasız bir anı var mı bilemiyoruz ? Daha namaz haricinde rabıtasız olacağını göremedik . Misafiri varken , sohbet ederken bile mürşide rabıta yapmaya çağrılıyor . Birisiyle görüşürken ,sohbet ederken ona ve söylediklerine dikkat etmemek , karşımızdakine değer vermediğimizin bir göstergesidir. Müslümana yakışmayan bir harekettir.
Rasulullah (s.a.v) dahi çocukla olsun , ihtiyar kadınla olsun üşenmez saatlerce ayaküstü bile dinlerken , ehli sünnetim diyen mürid , edindiği bu gayri islami edeb(sizlik) yüzünden sohbet ettiği misafirlerini dinlemeyip yine mürşidini rabıta yapacak.

 

Müridin tatlı akar sular, hoş manzaralar, güzel binalar, çekici elbiseler, lüks arabalar görünce de rabıta yapması kendisine önemli kazançlar sağlar. Bu durumda mürid şöyle düşünebilir:
Keşke mürşidim şu akar suyun başında, şu hoş manzaranın içinde veya şu güzel binada olsa da sohbetini dinleme şerefine ersek. Çünkü böyle yerlerde sohbet daha tatlı olur. Keşke mürşidim şu elbiseleri giymiş veya şu güzel vasıtaya binmiş olsa da herkes ondaki cemali ve celali, tevazu ve edebi görse. Bunlar ona ne güzel yakışır, hem bu nimetlere de en fazla o layıktır. Çünkü onların şükrünü en güzel o yapar.

Karnına iki taş birden bağlayan , buğday unundan ekmeğe doyamayan bir peygamberin ümmeti olduğu iddiasındaki mürid , mustazafım deyip müstekbirler gibi yaşaması için mürşidini hayal edecek ve gözünü açıp kapadığı her şatafatlı nesnede hemen mürşidine rabıta yapmaya davet edilecek.
Tatlı akar sular , hoş manzaralar çekici elbise ve lüks yaşantı görüldüğü zaman "keşke mürşidimle beraber burada olsaydık , ne yakışırdı" hayali rabıtası yapın diyen bu zihniyete karşı bakalım sahih hadis-i şerif bize ne yapmamızı buyurmuştur ! :
Rasulullah’ın (s.a.v) ashabından bir kişi tatlı su kaynaklarının bulunduğu bir vadiden geçti.
“İnsanlardan el etek çekip bu vadide kalsam ? Ancak Rasulullah’tan (s.a.v) izin almadan bu işi yapmam” diye düşündü. Bunu Rasulullah’a (s.a.v) söyleyince , Rasulullah (s.av) :
“Yapma ! Şüphesiz Allah yolundaki birinizin (yaptığı cihad) fazileti , evindeki yetmiş yıl namazından daha efdaldir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennetine koymasını istemez misiniz? Allah yolunda cihad ediniz. Devenin iki süt arası müddeti kadar Allah yolunda savaşanlara cennet vacib olmuştur” (Tirmizi ,Cihad:17)
Tabi asıl suç , bunu tavsiye eden büyüklerindir !
Allah'ın (c.c.) "akledin , hiç düşünmez misiniz ?" diye verdiği beyin ve Kur'anı ise sorgulamayan müridin de aklını mürşidinin cebinden çıkartıp düşünen bir insan olması gerekirdi !



Aslında bu düşünceler samimi sevginin gereğidir. Çünkü aşık insan hoşuna giden her güzel şeyin sevdiği kimsede de bulunmasını ister, hatta önce onu tercih eder. Aşkta bencillik olmaz, ben diyen aşık olamaz. Mürid de karşılaştığı güzel nimetler içinde önce kimi hatırladığına bakarak sevgini kontrol edebilir.

Nefis tezkiyesi yaptığını zanneden mürid ve mürşidlerin gönüllerinin nelerden hoşlanmış olduğu ortaya çıkmış durumdadır.
Nedense mürid şeyhini cihad alanlarının güzellikleri karşısında hayal etme rabıtası tavsiye edilmediği gibi Cihadın C sinden bile söz edilmiyor bu rabıta çeşitleri tarifinde.
Her mekanda rabıta yapmaya sevk edilen müridin ve mürşidin hayatında cihad gibi bir problem olmadığı için cihad esnasında şöyle rabıta yapın diye bir ders bulunmamaktadır.
Onlar ancak dünya nimetleri ve ihtişamıyla meşguldurler


Güzel nimetler karşısında yapılacak rabıta müridi gaflet, nankörlük, kin, haset, dünya sevgisi, cimrilik gibi hastalıklardan korur.

Cihad gibi nimetlerden de koruduğu gibi , tağuta kıyam nasıl yapılır rabıtası ise hak getire. Bu tehlikeli mevzular İslam litarütüründen çıkartılmış , nefisle cihada indirgenmiştir.
Artık muhteşem ikili rizikosuz sünnetlerle meşguldurler !!!


Rabıtanın ihmal edilemeyeceği yerlerden birisi de velilerin hallerini inkar eden alimlerin meclisleri ve onlarla münakaşa anlarıdır. Bu andaki rabıta kalbi yıkıcı fikirlerin etkisinden kurtarır, müridi edebe uymayan hissi ve nefsi davranışlardan uzak tutar.

Hem alim meclisi diyeceksiniz hem de ortalıkta veli mürşid diye dolaşıp ta kuran sünnete dayanmayan halleri eleştirenlerin meclislerinde , müridin etkilenip uyanmaması için mürşidine rabıta yapmasını ,meşgul olmasını bildireceksiniz. İyi taktik

Hastalık ve Sıkıntı Anında Rabıta
Mürid bir müsibet ile karşılaşınca şöyle düşünmelidir:
Mürşidim, bende Allah'tan başka şeylere karşı ilgi, aldanma ve gaflet görerek kalbimin onlardan kurtulması ve Allah'a yönelmesi için Yüce Allah'tan bana bu musibeti vermesini dilemiştir. Böylece mürşidim uyanmamı ve tüm varlığımla Yüce Allah'a yönelmemi istemiştir. O halde bu musibet aslında bir ihsandır. Çünkü o beni kapıldığım gurur ve gafletten kurtarmıştır. Bu durumda ben böyle bir musibet veren şükür, onun verilmesine sebep olana da teşekkür etmeliyim.

Subhanalllah ! Bu ne cehalettir ya rabbim ? Yani sizi tanımasam kamera şakası mı yapıyorsunuz? diyeceğim . Nereye el sallayacağız ?
Mürşid , müridini edeblendirmek , gafletten kurtulması , uyandırmak için müridi aleyhine musibetlere dücar olması için Allah'a beddua ediyor ! Bu hangi dinin emridir ! Böyle bir şeye hangi peygamber sahabesine yapmıştır ? İlim meclislerinde yetiştiremediğin insanı , 24 saat rabıta ile feyiz ve nur akışına sevk edeceksin , baktın hala düzelmedi Allah'a beddua edeceksin . Yok canım siz bana şaka yapıyorsunuz inanmıyorum size .
Bu arada mürşid de hastalandıysa .... yandı keten helvam


Sadat-ı Kiram'dan Şah-ı Hazne (k.s), müridin günlük işleri ile meşgul olurken yapacağı hayali rabıtayı şöyle tarif etmiştir:
"Mürid, sanki üstadı daima kendisiyle berabermiş gibi düşünür. Bir şey yediği, dostlarıyla konuştuğu, başkalarıyla karşılaştığı zaman onu hatırından çıkarmaz. Yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte onun baş ucunda bulunduğunu düşünür. Talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza ilk kalkarken, namazı bitirirken mürşidini yanında, önünde hayal eder. Mümkün olduğu kadar bu düşünceye devam edip, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir. (Mektubat, 269-270)

Evvela sadat-ı kiramdan Şah-ı Hazne kimdir ? Hangi tarihte yaşamış ve aktardığı bilgileri nerden bulmuştur ? Evvela bunlar netliğe kavuşmalı. Görüldüğü gibi namaz haricinde rabıta hayalinin olmadığı bir ana rastlamak mümkün değildir. Zaten izin de verilmemektedir. Şah damarından yakın olan Allaha c.c. rağmen mürid , bize bizden daha yakın olan Allah’ı değil de , sınırlar ötesi mesafedeki mürşidi her an bizleymiş görüyormuş gibi bileceğiz ve düşüneceğiz. Bir şey demiyorum sadece pes diyorum

Rabıta Farklı Derecelerde Gelişir
Bu yolun büyükleri derler ki:
Râbıtanın şekil ve dereceleri farklı farklıdır. Onun tek bir şekli yoktur. Bu sebeple mürid sabırlı olmalı, hak yolundaki edeplere dikkat etmelidir. Kalbini öldürecek boş işlere dalmamalıdır. Dinin emirlerine sıkıca yapışıp nefsi yavaş yavaş rabıtaya alıştırmalı ve bu hâli ilerleterek rabıtanın farklı derecelerine ulaşmalıdır.

Yine klasik olarak bu yolun büyükleri denilerek dinde delil sunulmuş olunuyor . Onlar (büyükler) rabıtanın şekillerini , zamanını ve çeşitlerini tayin etmişlerdir bile. Dinin emirlerine sıkıca yapışarak rabıtaya alışılacak . Dinin emirleri Allahın emri , fakat rabıta ise "yollarının büyüklerinin" emri ! İki emir de yapılacak

Şu çok önemli:
Kâmil Mürşidi düşünürken onun kulluk sıfatını unutmamak ve kendisine ait olmayan sıfatları düşünmemek gerekir. Bir sevgi haddi aşınca sevgiliye ihanete dönüşür. Müride düşen mürşidini yüceltmek değil, ondaki yüksek sıfat ve ahlaklardan nasiplenmektir.

Yukarıdan beri insanüstü özelliklerle hayal edilen mürşid ,gelecek eleştirileri tahmin ettiği için rabıtanın sonuna “biz aslında böyle demek istemedik mürid sevgisinden dolayı haddi aşmış” pratik kıvraklığıyla vaziyeti kurtarma pozisyonuna girilmiştir.
Şimdi yukarıda rabıta yaparken müride tavsiyesini bir daha okuyalım ve buradaki "biz bundan beriyiz" kurtarma hareketindeki hinliği görelim :
“ Mürid, mürşidinin huzurunda rabıta yaparken, onu yüksekçe bir taht üzerinde oturan azametli bir sultan gibi görür” Yine söz söyleyecek bir şey bulamıyorum , sadece Pes


İş-güç esnasında kısaca mürşidimin huzurundayım diye düşünmek kafidir. Yine Namaz ve Kur'an okurken namazını ve okuyuşunu karıştıracak şekilde rabıta yapmaktan sakınarak kısaca: "Mürşidimin huzurunda Kur'an okuyorum, yanında namaz kılıyorum" diye düşünüp okunacak şeylerin güzel yapılmasına, manalarının düşünülmesine dikkat edilmelidir.

Allah’ın (c.c) huzurundayım , bana nerde olursam olayım yakın ve haberdar olan Rabbim beni görüyor , her an O’nunla birlikteyim , O'nun huzurunda namaz kılıyorum diye düşüneceğine aksine mürşidi düşünün telkini verilmekte. Bu hangi sahabe , tabiin ,tebe ut tabiin , akaid imamları ve mezheb imamlarının görüşlerinde vardır ?

İşte devamlı rabıta böyledir. Bu kısmı, kulun gayretine bağlıdır. Gelecek manevi zuhurat ve zevkler ise vehbidir. Onlar Allah vergisi olup, kulun müdahalesi söz konusu değildir. (Kuşadalı İbrahim Halveti, 86, 89, 206-210). Namazın içinde rabıta yapılmaz. Namazda kendiliğinden oluşan rabıta halinin bir zararı yoktur; ancak bu hale iltifat edilmez.

Görüldüğü gibi yukarıda namazda rabıta yapılmaz denilirken , burada ise düşünme iradesi zamanla elinden alınan müride namazda da rabıtaya ruhsat çıkmış durumda .
Günün 24 saatinde mürşidine rabıtalı bir yaşama mahkum edilen müridin , normal hayatında Allahtan çok düşündürüldüğü mürşidine namazda bile olsa rabıtayı ister istemez yapacağını biliyor ve bunun namazına bir zarar vermeyeceği iddiasındadırlar. Doğrudur . İmanı zarar görenlerin , namazının (amellerin) zarar görmesi diye bir şey olmaz . Bu durum ; temiz , sahih iman ehli için zarardır.


Namazda kalbi dağılan kimse: "Şu anda kabe'de namaz kılıyorum, mürşidimin arkasında namazdayım, sağımda cennet, solumda cehennem var, ayaklarımın altında sırat köprüsü kurulu..." şeklinde bir çeşit zikir sayılacak ve kalbini toplayacak şeyleri düşünmesinin bir zararı yoktur, aksine faydası vardır. Böyle bir düşünce şirk değildir.

Dur bakalım aklına neden hemen şirk geldi ki hemen şirk değildir savunmasına giriyorsun? Yaran mı varki? Bu namazı kimden tarif aldınız ? Cemaata ya da kendi kendine İmamlık yapan kişi neden mürşide uyarak namaz kılacak . Namaza niyet ederken mürşide uydum diye niyet edilecek mi?

 

İyi bilin ki, halis din yalnız Allah'ındır. Onu bırakıp da başka dostlar edinenler, "Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez Zumer süresi 3

 
  Toplam 189223 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol