İslam Akidesi
  Bidat Ehlinin ve Fasıkların Arkasında Kılınan Namazın Hükmü ve Cuma Ahkamı
 

Bidat Ehlinin ve Fasıkların Arkasında Kılınan Namazın Hükmü ve Cuma Ahkamı 

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî 


Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür. "Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103) "Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1), "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71) Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir. Ebu Muaz Mansur b. İmam Terk Edilmiş Sünnetler kitabında der ki: Bidatçi kimselerin arkasında namaz kılmamak terk edilmiş bir sünnettir. Bu sünnet öyle terk edildi ki, ilim ehli olan kimseler dahi bundan bahsetmemektedir. Aşağıda da örneklerini vereceğimiz gibi, selef alimleri bidatçi kimselerin arkasında namaz kılmazlardı. Bilmeden arkalarında namaz kılarlarsa cuma ve bayram namazı hariç, kıldıkları namazları tekrar iade ediyorlardı. Ancak bidatçi olan imam, müslümanların halifesi ise ona sabretmek sünnettir. Buna rağmen bazı alimler yine de namazlarını iade etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medinî ve Yahya b. Maîn, halife Me'mun'un ardında kıldıkları namazları iade etmişlerdir. İmamların bidatçi olup olmadıklarını imtihan etmek caiz değildir. imtihan haricilerin özelliğidir. Hali açık olmayan kişilerin arkasında namaz kılınmalı ve bu konuda çok araştırma yapmamalıdır. Şayet kişi bidatini ortaya çıkarıp, izhar ediyor ve insanları ona çağırıyorsa bu kimsenin arkasında namaz kılmaktan kaçınılmalıdır. İnsanların sünnet üzere olmamakla itham etmek de zor bir iştir. Bidat Ehlinin Arkasında Namaz Kılma Hususunda Selefin Tavrı: 1- İbrahim b. el-Mugira şöyle dedi: Sufyan es-Sevrî'ye "iman sadece sözdür, amel değildir" diyen bir kimsenin arkasında namaz kılayım mı?" diye sordum, o da: "Hayır! Bu kimsenin bir değeri yoktur" diye cevap verdi. (el-Hilye 7/27) 2- İmam Şafii şöyle demiştir: "Rafizi'nin, Kaderiye mensubunun ve Mürcie'den olan kimselerin arkasında namaz kılma!" (Siyeru A'lam 10/31) 3- Yahya b. Main, Halife Me'mun bidat çıkardıktan sonra onun arkasında kıldığı namazları iade etmiştir. (Abdullah b. Ahmed b. Hanbel; es-Sunne (1/130) isnadı sahihtir.) 4- Ahmed b. Hanbel dedi ki: "Ben Cehmî (Allah'ın sıfatlarını tahrif eden ve Allah'ın her yerde olduğunu söyleyen ve Kuran mahluktur diyen) bir kişinin arkasında kıldığım namazları iade ediyorum." (Ebu Davud; Mesailu Ahmed (s.43) 5- İbn Ebi Ya’la, rivayet ediyor: İmam Ahmed’e bidatçinin arkasında namaz kılmak hakkında sorulunca şöyle dedi: “ Cehmiyye’nin arkasında namaz kılınmaz. Rafizilere gelince, hadisleri inkar ederler. Onların arkasında da namaz kılınmaz.” (Tabakatu’l-Hanabile 1/168) 6- Ali b. Abdullah b. Abbas şöyle dedi: "İmam heva (bidat) sahibi biriyse arkasında namaz kılınmaz" (el-Lalkai; Şerhu İtikadi Ehli's-Sunne (1344) 7- İbn Uyeyne dedi ki: "Rafızi, Kaderî ve Mürciî kimsenin arkasında namaz kılma!" (el-Lalkai a.g.e. (1344) 8- Muaz b. Muaz şöyle dedi: Sa'd oğullarından bir adamın arkasında namaz kıldım ve o adamın kaderi inkar eden birisi olduğunu öğrendim. Bunun üzerine kıldığım o namazı otuz ya da kırk sene sonra da olsa tekrar iade ettim." (Abdullah b. Ahmed; es-Sunne (2/386) 9- Ebu Süleyman ed-Daranî'ye, Abdulvehhab b. el-Haffaf'ın kaderi inkar eden bir söz söylediği aktarıldı. Ebu Süleyman ed-Darani onun mescidinde namaz kılmayı bıraktı ve başka bir mescide gitti." (Hatib; Tarihu Bağdad (10/249) 10- Muhammed Bin İsmail el-Buharî dedi ki; "Yahudi, Hristiyan ve Mecusilerin sözlerine baktım, küfür bakımından Cehmiye fırkasından (Allah'ın heryerde olduğunu söyleyerek istiva sıfatını ve Kur'an mahluktur diyerek kelam gibi sıfatlarını inkar eden fırka) daha sapık bir kavim görmedim. Onları tekfir etmeyenleri, ancak onların küfrünü bilmediklerinden ötürü mazur görürüm." 11- Yine Buhari dedi ki; "Benim için ha cehmî ve rafızinin arkasında, ha Yahudi veya Hıristiyanın arkasında namaz kılmışım fark etmez."(Halku Ef'ali'l-İbad (no:35 ve 53) Beyhaki el-Esma ve's-Sıfat (s.253) Begavi Şerhu's-Sünne (1/228) 12- Abdullah Bin Ahmed, babasından naklen "Kuran mahluktur" diyen kimse için diyor ki; "Böyle diyenin arkasında ne Cuma namazı ne de başka bir namaz kılınmaz. Ancak cemaate gitmek terk edilmez. Onlarla namaz kılındıysa iade edilir." (Abdullah b. Ahmed es-Sünne (1/129) İbn Hani; Mesailul-İmam Ahmed (295) Begavi Şerhu's-Sünne (1/229) 13- Abdullah b. İdris'e bidatçilerin arkasında namaz kılmak hakkında soruldu. Dedi ki: "İnsanlar kendilerinden razı oldukları ve (fasık olmayan) adil kimselerin arkasında namaz kılmaktan geri kalmamışlardır." Denildi ki: "Peki Cehmiye?" Şöyle dedi: "Hayır, bunlar savaşılacak insanlardır. Ne onların arkasında namaz kılınır, ne de nikahlanılır. Onlara ancak tevbe etmek düşer." (Buhari; Halku Ef'alil İbad (No:78) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/113) 14- Vasile b. El-Eska’ya kaderî’nin arkasında namaz kılmak hakkında soruldu. O da onun arkasında namazın sahih olmadığını, kılınmışsa iade etmek gerektiğini söyledi. (Lalkai İtikad (2/731) 15- Seyyar Ebu’l-Hakem: “Kaderî’nin arkasında namaz kılınmaz. Onlardan birinin arkasında kılınmışsa iade edilir.” (Lalkai İtikad 2/731) 16- Sellam b. Mutî’ye Cehmiye hakkında sorulunca: “Onlar kafirdir. Arkalarında namaz kılınmaz” demiştir. Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/105) 17- İmam Malik’e kaderî bir imamın arkasında namaz kılmak soruldu. Soran kimseye dedi ki: “Fetva soruyorsan arkasında namaz kılınmaz” “Cuma da mı kılınmaz” diye sorunca: “Cuma da kılınmaz. Eğer nefsin için korkup takiyye olarak kılarsan öğle namazını iade edersin” dedi. Müdevvenetu’l-Kubra (1/84) 18- Kadı Ebu Yusuf dedi ki: Cehmi’nin, Rafızinin ve kaderinin arkasında namaz kılınmaz. Bkz.: Şerhu Usuli’s-Sunne (2/733) 19- Veki b. El-Cerrah Cehmiyye hakkında: “Arkalarında namaz kılınmaz” demiştir. Es-Sunne (1/115) 20- Ebu Sevr’e kaderiye hakkında sorulunca, “Kaderiye; Allah kulların fiillerini yaratmaz, günahlar kullara takdir edilmemiştir” derler. Onların arkasında namaz kılınmaz. Hastaları ziyaret edilmez ve cenazelerine de katılınmaz. Bu sözlerinden dolayı tevbe etmeleri istenir. Tevbe etmezlerse boyunları vurulur. (Şerhu Usuli’s-Sunne 2/720) 21- İmam Berbehari, es-Sunne’de (s.49) şöyle der: “Beş vakit namazı kıldıran herkesin arkasında namaz kılman caizdir. Ancak o Cehmi ise bu, namazı iptal eder. Onun arkasında kıldığın namazı iade et. Sana Cuma namazı kıldıran idarecin cehmi ise onun arkasında namazı kıl ve iade et.” Bütün bu rivayetler gösteriyor ki, selef, rafizi, kaderi ve cehmi gibi bidatleri küfür olan kimselerin arkasında namazı caiz görmemişlerdir. Küfrüne hükmedilen bidat ehli arkasında kılınan namaz batıldır. Bu ister vakit namazı ister Cuma ister bayram namazı olsun fark etmez. Yalnız şu hususa uyarıda bulunmak gerekir: Selef, Kaderiye, Rafiziye ve Cehmiyye gibi bazı bidat fırkalarını tekfir ederlerken bu mutlak tekfir babındandır. Bu fırkalara mensup olan herkesin kafir kabul edilmesini gerektirmez. Bilakis belirli şahıslar hakkında hüccet ikamesi gerçekleşmedikçe küfrüne hükmedilmez. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’den şöyle dediği nakledilmiştir: İmam Ahmed Cehmiyye fırkasına mensup belirli şahısları tekfir etmediği gibi cehmi olduğu söylenen ve bidatlerinde cehmilere muvafakat eden herkesin de küfrüne hükmetmemiştir. Bilakis sözlerine davetçilik yapan ve insanları imtihan eden, kendilerine muvafakat etmeyenleri cezalandıran cehmilerin arkasında da namaz kılmış, onları tekfir etmemiştir. Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (7/507-508) Evet, İmam Ahmed, cehmiye’ye mensup bazı idarecilerin arkasında namaz kılmıştır. Cehmiyye akidesi küfürdür. Lakin İmam Ahmed’in cehaleti mazeret olarak görmesi, tekfir-i mutlak ile tekfir-i muayyeni ayırt etmesi, onlara hüccet ikamesinin sabit olmaması sebebiyle, cehminin de arkasında namaz kılmıştır. el-Hasen el-Basrî rahimehullah dedi ki; "Allah bidat sahibinin ne orucunu, ne namazını, ne haccını ve ne de umresini bidatini terk edinceye kadar kabul etmez." (Lalkai (1/138) Acurri Şeriat (s.64) İbn Vaddah el-Bid'a (s.27) Ebu Şame el-Bais (s.14) Şatıbi el-İtisam (1/134) bu sözün merfu olarak rivayeti ise münkerdir. Bkz.: Elbani Daife (1493) el-Begavî dedi ki; "Sahabe, Tabiin, onlara tabi olanlar ve Sünnet âlimlerinin adetleri, bidat ehlinden uzaklaşmak şeklinde olmuştur." (Begavi Şerhu's-Sünne (1/227) Kişi kendisine uyduğu imamın fıskını bilmiyorsa onun arkasında kıldığı namazda sakınca yoktur; Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: ''Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(İmamlar) sizin için kılarlar. Doğru kılarlarsa (sevabı) sizedir. Hatalı kılarlarsa (sizin namazınızın sevabı) sizedir, hata onların aleyhlerinedir." (Buharî (694) Nitekim bu hadiste imamın namaz dışındaki fasıklığı değil, namazında hatalı davranması söz konusu edilmiştir. Ama fıskını bildiği bir kimsenin arkasında namaz kılmak mekruhtur. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kıbleye tüküren bir imamı imamlıktan azletmiş, onun arkasında namaz kılınmasını yasaklamıştır. Ebu Davud'un metni şu şekildedir: “Bir şahıs bir cemaate imam oldu ve kıbleye karşı tükürdü. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de bakıyordu. İmam namazı bitirince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cemaate şöyle buyurdu: “Şu şahıs size namaz kıldırmasın.” Bu defadan sonra aynı şahıs o cemaate imam olmak istedi, cemaat ona mani oldu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözünü ona haber verdiler. O kimse Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Öyle mi buyurdunuz?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet” buyurdu. Zannediyorum ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: “Çünkü sen Allah’a ve Resulüne eza ettin” buyurdu. Ebu Davud (481) İbni Hibban (4/515) Taberani Evsat (6/215) Ahmed (4/56) Mecmauz Zevaid (2/20) sahihtir. Şayet bir kimsenin masiyet veya bidatı islam’dan çıkarmıyorsa, kendisi için namazı sahih olan fasığın imam olması caizdir. Bkz.: İbn Kudame el-Muğni (3/22) el-Kafi (1/415) Fasığın imamlığının sahih olduğunu gösteren delillerden birisi de Ebu Zerr radıyallahu anh hadisidir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Namazı vaktinden geciktiren ve vaktini öldüren idareciler geldiği zaman ne yapacaksın?” Ebu Zerr radıyallahu anh dedi ki: “Bana ne emredersin?” şöyle buyurdu: “Namazı vaktinde kıl. Onlarla beraber kıldığın senin için nafile olur. Ben bu namazı kıldım tekrar kılmam deme” (Müslim (648) Ebu Hureyra radıyallahu anh Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “(İmamlar) namazı sizin için kılarlar. İsabet ederlerse hem size hem onlara yazılır. Hata ederlerse sizin lehinize, onların aleyhinedir.” Buhari (694) Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden iki taife helak olur: Ehli Kitap ve Ehli liben! Ehli kitap: Allahın kitabını Allahın indirdiğinden başkasıyla tevil ederek müslümanların alimleriyle mücadele edecekler. Ehli liben ise cuma ve cemaatleri terk edecekler, bedevileşeceklerdir." (Elbani Sahiha (2778) Taberani (17/297) Hakim (2/374) Ahmed (4/155) Ebu Ya’la (1746) Mecmauz Zevaid (2/194) Maksadul-Ali (372) Buhari Halku Ef’ali’l-İbad (615) Herevi Zemmu’l-Kelam (2/28) Cuma ve bayram namazları gibi halifenin ardında kılınan namazlarda, halife bidatçi ve zalim olsa da ardında namaz kılınır. 1- İbni Ömer (radiyallahu anh) Haccac’ın arkasında namaz kılmıştır. Buhari (1660,1662,1663) Elbani el-İrva (525) İbni Ebi Şeybe (2/84) İbn Ömer radıyallahu anhuma Sünnete tabi olmada insanların en şiddetlisi ve en çok önem vereni idi. Haccac b. Yusuf ise insanların en fasıklarından idi. 2- Aynı şekilde Enes radıyallahu anh de Haccac’ın arkasında namaz kılardı. 3- İbn Mesud ve başka sahabeler de (radıyallahu anhum) el-Velid b. Ebi Muayt’ın arkasında namaz kılmışlardır. El-Velid bir gün onlara sabah namazını iki rekat kıldırmış sonra da: “Sizin için artırayım mı?” demiştir. İki kişi Osman radıyallahu anh’e onun hakkında şahitlik etmiş ve ona had cezası olarak 40 sopa vurulmuştu. Sonra Osman radıyallahu anh şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem 40 sopa vurdu, Ebu Bekir 40 sopa vurdu, Ömer seksen sopa vurdu. Hepsi sünnet olup bu bana daha sevimlidir.” (Müslim (1707) 3- İbn Ebi Zemeneyn, Usulu’s-Sunne’de (3/1003) Sevvar b. Şebib’den rivayet ediyor: “Haricilerin önderlerinden Necdet el-Haruri ashabıyla birlikte hac yaptı. İnsanlara namazı bir gün Necdet ve adamları, bir gün de İbnu’z-Zubeyr kıldırıyordu. İbn Ömer radıyallahu anhuma her ikisinin de arkasında namaz kıldı. Birisi ona: “Ey Abu Abdirrahman! Necdet el-Haruri’nin arkasında namaz mı kılıyorsun?” diyerek itiraz etti. İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki: “En hayırlı amele davet ederlerse icabet ederim. Eğer cana kıymaya davet ederlerse “Hayır” deriz.” Bunu söylerken sesini yükseltmişti. 4- Sahih’te rivayet edildiğine göre Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar kuşatma altında bulunan Osman b. Affan radıyallahu anh’ın yanına girmiş ve şöyle demiştir: “Sen halkın imamısın. Şimdi gördüğümüz haldesin. Bize bir fitne imamı namaz kıldırıyor” Osman radıyallahu anh şöyle dedi: “Namaz, insanların yaptığı en güzel amellerdendir. İnsanlar güzellik yaparlarsa sen de onlarla güzellik yap. Eğer kötülük işlerlerse onların kötülüklerinden uzak dur.” Buhari (695) 5- Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh, bayram namazında, namazdan önce hutbe okuyarak bidat çıkaran Mervan b. El-Hakem’in arkasında namaz kılmıştır. Muslim (889) 6- Hasen el Basri; “Namazı kıl, onun bidati kendisinedir” demiştir. Buhari (ezan 56) Fethu’l-Bari (2/158) 7- Muhammed b. Furat et-Temimi şöyle demiştir: Cuma günü Ali b. Huseyn’in yanına oturdum. İnsanların namaz hakkında konuştuklarını işitince bana: “Bu nedir?” dedi. Ben de: “Senin taraftarların Ümeyye oğullarının arkasında namaz kılınamayacağını söylüyorlar” dedim. Dedi ki: “Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki, bu bidattir. Kuran okuyan ve kıbleye yönelenin arkasında namaz kılın. Eğer güzel kıldırırsa kendi lehine, kötülük ederse kendi aleyhinedir.” Tehzibul Kemal (5/240) Muhammed Rıza el-Celali Cihadu’l-İmam Seccad (109) Abdulaziz b. Ahmed el-Umeyr Neciyyu Kerbela (s.52) 8- Ebu Cafer el-Bakır şöyle demiştir: “Bizler onların arkasında takiyye söz konusu olmaksızın namaz kılarız. Şehadet ederim ki Ali b. El-Huseyn takiyye yapmaksızın Ümeyye oğullarının arkasında namaz kılmıştır.” İbn Sad Tabakat (5/164) 9- İbn Hazm şöyle der: “Sahabelerden herhangi birinin Muhtar es-Sekafi, Ubeydullah b. Ziyad veya Haccac’ın arkasında namaz kılmaktan uzak durduğunu bilmiyoruz. Halbuki bunlardan daha fasık kimse yoktu.” (el-Muhalla 4/302) 10- Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye Haricilerin tekfir edilmemesine itiraz edenlere şöyle cevap vermiştir: “Bunun delillerinden birisi de Sahabelerin haricileri tekfir etmemiş olmalarıdır. Zira sahabeler onların arkasında namaz kılıyorlardı. Abdullah b. Ömer ve başka sahabeler Necdet el-Haruri’nin arkasında namaz kılmışlardır.” (Minhacu’s-Sunne 5/247) 11- İbn Ebi Zemeneyn isnadıyla el-A’meş’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: “İbn Mesud radıyallahu anh’ın ashabının büyükleri el-Muhtar (es-Sekafi) ile birlikte Cuma namazı kılmaya sabretmişlerdir.” Usulü’s-Sunne (3/1004) 12- Birisi Hasen el-Basri’ye şöyle sordu: “Bize haricilerden biri namaz kıldırıyor. Onun arkasında namaz kılalım mı?” Hasen rahimehullah: “Evet, nitekim insanlara ondan daha şerlisi de imamlık etmiştir” dedi. (Usulü’s-Sunne 3/1005) 13- Katade radıyallahu anh şöyle dedi: “Said b. El-Museyyeb’e “Haccac’ın arkasında namaz kılalım mı?” diye sordum. Dedi ki: “Bizler muhakkak ki ondan daha şerlisinin arkasında namaz kılarız.” (İbn Hazm el-Muhalla 4/301) 14- İbn Ebi Zemeneyn, İbn Vaddah’tan şöyle dediğini rivayet eder: Yusuf b. Adiy’e Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Her Salih ve günahkarın arkasında namaz kılın” hadisinin izahını sordum. Dedi ki: “Bu Cuma namazına özeldir.” Ben de: “İmam bidat sahibi ise ne olacak?” dedim. Dedi ki: “Bidat sahibi de olsa evet. Zira Cuma namazı tek bir yerde kılınır, başka yerde kılamazsın” dedi. (Usulu’s-Sunne 3/1006) (Zikredilen hadis, nasların delaletiyle anlamı doğru da olsa isnadı sahih değildir. Nitekim alimler bu hadisin zayıf olduğunu belirtmişlerdir. El-İcli dedi ki: “Bunu Beyhaki Ebu Hureyre radıyallahu anh’den kopuk bir isnad ile rivayet etti. İbn Hibban da ed-Duafa’da kaydetmiştir. Bkz.: Keşfu’l-Hafa (2/29) Elbani de Mekhul ile Ebu Hureyre radıyallahu anh arasındaki inkıta sebebiyle zayıf olduğunu belirtir. Bkz.: Haşiyetu Şerhi’l-Akideti’t-Tahaviye (s.421) 15- Yine İbn Vaddah şöyle demiştir: Haris b. Miskin’e “Bidat ehlinin arkasında namaz kılmayalım mı?” diye sordum. Dedi ki: “Cuma namazı dışındakileri bidatçinin arkasında kılmayın” (Usulu’s-Sunne 3/1006) 16- el-Hallal diyor ki: İmam Ahmed’e “Salih ve facir imamlar Cuma ve bayram namazlarını ikame ettikleri müddetçe arkalarında namaz caiz midir?” denildi. O da: “Evet” dedi. (Hallal, es-Sunne 1/77) 17- Ebu’l-Hasen el-Eşari el-İbane’de der ki: “Cuma, Bayram ve diğer cemaat namazlarını her Salih ve facir imamın arkasında kılmak dinimizdendir. Zira İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir ki, o Haccac arkasında namaz kılardı.” (el-İbane An Usuli’d-Diyane s.61) 18- İmam Buhari rahimehullah, Osman radıyallahu anh’den gelen rivayet ile diğer bazı rivayetleri şu başlık altında zikretmiştir: “Fitneye düşmüş ve bidatçi kimselerin imamlığı babı. El-Hasen dedi ki: “Namazı kıl, bidati kendisine aittir” (Fethu’l-Bari 2/188) Bu imamların sözleri; Cuma, bayram ve diğer cemaat namazlarını, -eğer ancak onların arkasında kılmakla mümkün oluyorsa- bidatlerini ve günahlarını ilan eden imamların arkasında kılmayı caiz gördüklerini göstermektedir. Bunu sadece Cuma ve bayram namazlarına has kılan sözlere gelince, bu namazlar ancak tek bir yerde kılınabilir. Nitekim bununla ilgili bazı eserler geçmiştir. Bu, beş vakit namazın dışında bir hükümdür. Zira beş vakit namaz başka yerlerde de kılınabilir. Eğer bir yerdeki imam bidatçi ise, başka bir yerde adil bir imamın arkasında kılınabilir. Bazı imamların bidatçinin arkasında beş vakit namazın caiz olmayacağına dair sözleri bu sebepledir. Nitekim az önce Haris b. Miskin’in bu konudaki sözü geçmiştir. Ama beş vakit namazı adil bir imam arkasında kılmak mümkün olmuyorsa, bütün imamlar bidatçiyse ya da ancak sadece bir yerde kılınıp orada da bidatçi bir imam varsa o zaman bu namazın hükmü, Cuma ve bayram namazlarınınki gibidir. Bidatçinin arkasında namaz kılınır ve cemaat terk edilmez. Selefi Salih’in geneline göre durum böyledir. Ehli Sünnet alimlerinin sözlerine gelince, onların sözleri hakikatte, sahabe ve tabiinin sözlerini şerh ve izah mesabesindedir: 19- İbn Kudame der ki: “Cuma ve bayram namazları her Salih ve günahkarın arkasında kılınır. Nitekim Ahmed b. Hanbel Mutezile’nin arkasında kılmıştır. Onun asrındaki alimler de böyle hareket etmişlerdir.” (el-Mugni 3/22) 20- Yine İbn Kudame der ki: Cuma namazı ve ona sa’y etmek, ister Sünni, ister bidatçi, ister adil ve isterse fasık biri tarafından kıldırılsın fark etmeksizin vaciptir. İmam Ahmed de böyle belirtmiştir…İlim ehli arasında bu konuda bir ihtilaf bilmiyoruz. Bu konuda asıl olan; Allah Azze ve Celle’nin şu kavlinin umumiyetidir: “Cuma günü namaz için nida edildiğinde Allah’ın zikrine sa’y edin ve alışverişi bırakın” (Cuma 9) Sahabe radıyallahu anhum ecmain bu konuda icma etmiştir. Abdullah b. Ömer ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in diğer sahabeleri Haccac ve benzerleriyle namaza katılıyorlardı. Onlardan birinin cemaatle namazı terk ettiği işitilmemiştir. Abdulah b. Ebi Huzeyl dedi ki: “Biz el-Muhtar zamanında kılınan Cuma namazlarından bahsederdik. Onlar, bu namaza gelinmesi hususunda görüş birliği ettiler. Muhtar’ın yalancılığı kendi aleyhinedir. Muhakkak ki Cuma, dinin açık alametlerindendir. Bunu imamlar veya velayet verdikleri kimseler üstlenirler. Bu sıfattaki kimselerin arkasında kılmak terk edilirse, Cuma namazının sakıt edilmesine yol açar.” (el-Muğni 3/169-170) 21- Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye rahimehullah bu meseleyi tahkikinde şöyle der: “İmama uyanlar, imamın bidatçi olduğunu ve bidatine davet ettiğini veya fıskını ortaya koyan bir fasık olduğunu bilseler de, o ancak kendisinin arkasında namazın kılınabileceği görevli bir imamdır. Cuma imamı, bayram namazlarının imamı ve arafattaki hac namazının imamı ve benzerlerinde olduğu gibi. Selef’in ve halefin geneline göre bu kimselerin arkasında namaz kılınır. Bu, Ahmed, Şafii, Ebu Hanife ve diğerlerinin de mezhebidir. (Mecmuu’l-Fetava 23/352) bkz.: Mesailu’l-Mardiniyye (s.62-64) 22- İbn Nuceym el-Hanefi rahimehullah’ın Bahru’r-Raik adlı eserinde şöyle geçer: “Asıl olan heva ehlinin arkasında namazın kılınmasıdır. Ancak Cehmiyye, Kaderiyye ve Rafiziler ile Kuran’ın mahluk olduğunu söyleyenler bundan hariçtir. Hulasa, kıblemiz ehlinden olanın, bidatinden dolayı küfrüne hükmedilmedikçe arkasında namaz kılmak mekruh olmakla birlikte caizdir.” (Bahru’r-Raik 1/370) 23- İmam Şevkani rahimehullah der ki: “Sahabeden kalan ilk asır ehli ve onlardan sonra gelen Tabiin’in kavlî ve fiili icmaı ile sabit olmuştur ki, günahkar imamların arkasında namaz kılınır. Zira bu asırlardaki idareciler aynı zamanda beş vakit namazın da imamlarıydı. Emiri olan her beldede insanlar ancak idarecilerini imam yaparlardı.” Neylul Evtar (2/398) 24- Yine şöyle demiştir: “Asıl; adaletin imamlıkta şart koşulmamasıdır. Kendisi için namazının sahih olduğu herkesin başkası için kıldırdığı namaz da sahihtir… şunu iyi bil ki, niza edilen husus; adaleti olmayan (fasık) kimsenin arkasında namaz kılan cemaatin namazının sıhhatidir. yoksa böyle bir kimsenin arkasında namaz kılmanın mekruh olduğu hususunda ihtilaf yoktur.” Neylul Evtar (2/399) 25- İmam Tahavi rahimehullah şöyle der: “Ehli kıbleden olan her Salih veya facir kimsenin arkasında namaz kılmayı ve onlardan ölenlerin cenaze namazını kılmak gerektiği görüşündeyiz.” AkidetutTahaviye (s.421) 26- Tahavi Akidesi şarihi, İbn Ebi’l-İz el-Hanefi, bidatini ve fıskını izhar eden fasığın arkasında kılınan namazın sahih olduğu hususunda güzel açıklamalar yapmıştır. Böyle bir kimse tevbe edinceye kadar tazir ile cezalandırılır. Eğer tevbe edinceye kadar uzaklaştırılırsa daha güzel olur. Ama eğer onun arkasında namaz terk edilirse Cuma ve cemaat namazları kaçırılmış olur. Böyle bir kimsenin arkasında namazı ancak Sahabe radıyallahu anhum’e muhalefet eden bir bidatçi terk eder. Aynı şekilde yöneticiler imamlık ediyorsa şer’î maslahat gereği onların arkasında namaz terk edilmez. Onun arkasında namaz terk edilmez. Bilakis onun arkasında namaz kılmak daha faziletlidir. Az fesadı, daha büyük fesad ile def etmek caiz değildir. İki zarardan hafif olanı, daha büyük zararla def edilemez. Zira şeriatlar, maslahatları tahsil etmek ve tamamlamak, fesadı iptal etmek ve mümkün olduğunca azaltmak için gelmiştir. Cuma ve cemaatleri terk etmek, facir imama uymaktan daha büyük bir fesaddır. Özellikle bundan geri kalmak kötülüğü def etmiyor ve geriye sadece şer’î maslahatları iptal etmiş olmak kalıyorsa. 27- Kâfir olduğu bilinen kimsenin arkasında ise namaz caiz olmaz. Şeyhulislam İbn Teymiyye der ki; “Başkasının ardında kılma imkânı varken, bidatçilerin ve heva ehlinin ardında namaz sahih olmaz. Bu konuda Müslümanların halifesi ile başka imamların hükmü farklıdır. Müslümanların halifesinin ardında namazı – halife bidatçi de olsa – ancak bidat ehli terk eder. Eğer bidatinden dolayı tekfir ediliyorsa ardında namaz kılınmaz.” Tecridu’l-İhtiyarat (s.17) 28- Şeyh Abdullatif b. Abdirrahman Âlu’ş-Şeyh rahimehullah, kendilerini sünnete nisbet edip de facir imamların arkasında Cuma namazlarına ve diğer namazlara katılmayan kimseler hakkında şöyle demiştir: “Onların Cuma ve cemaatlere katılmayışları kabul edilemez ve islam’a da uygun değildir. Onlar bu amelleriyle ümmetine selefinden ve imamlarından olan Ehli sünnet ve’l-Cemaate muhalefet etmektedirler. Facirlerden bir imam varsa ve Cuma ile cemaat namazlarını başka bir imamın arkasında kılmak mümkün olmazsa, o imam islam’dan çıkmadıkça Ehli sünnet, heva ehlinin de arkasında namaz kılar.” (Mecmuu’r-Resail ve’l-Mesaili’n-Necdiyye (3/93) Netice: İmamın bidatçi olması sebebiyle namazlarda cemaat ve özellikle Cuma namazı terk edilemez. Kim bu sebeple cemaati ve Cuma namazlarını terk ederse Ehli Sünnetten olan ilim ehlinin çoğunluğuna göre o kimse bidatçidir. Sahabeler Cuma, cemaat ve bayram namazlarını facir imamların arkasında kılar ve iade etmezlerdi. Şia fırkası da masum imam olmaması sebebiyle Cuma ve cemaatleri terk etmişlerdir. Ebu Davud’un rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Farz namazlar ister Salih, ister facir olsun her Müslümanın arkasında kılınması vaciptir. Büyük günah işleseler dahi.” Buyurmuştur. Ama eğer Cuma ve cemaatleri Salih bir imam arkasında kılma imkanı varsa, bu facirin arkasında kılmaktan daha uygundur. Bu durumda facirin arkasında mazeretsiz olarak namaz kılmak alimler arasında ictihat konusudur. Kimisi böyle namazın iade edileceğini (Bkz.: Şerhu Akideti’t Tahaviye (s.423), kimisi de iade etmek gerekmediğini söyler. İade etmemek gerektiği doğruya daha yakındır. Bkz.: İbn Kasım el-İhkam (1/377-78) İbn Teymiye İhtiyarat (s.107) İbn Baz Mecmuul Fetava (12/116) İbn Useymin eş-Şerhul Mumti (4/307) İbn Teymiye Salih imam arkasında namaz imkanı varken heva, bidat ve fısk ehli arkasında namazın sahih olmadığı görüşündedir. Bkz.: el-İnsaf (4/355) Haşiyetu İbn Kasım (3/307) İmam Kurtubi rahimehullah’ın cemaatle namaz hususunda bir tahkikinden konumuzla ilgili olan kısımlarını naklederek sözlerimize son verelim: Mu'tezile, Cehmiyye ve Benzerlerinin İmamlığı: Mu'tezile, Cehmiyye ve bunlara benzer heva ehli bid'atçilerin imamlığına gelince; Buhârî'nin el-Hasen'den rivayetine göre o: “(Arkasında) namaz kıl, bid'atin vebali ise ona aittir” demiştir. Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: "Eğer kendi kabul ettiği hevasına, bid'atine çağıran propagandist bir kimse ise hevâ ehli olan hiçbir kimsenin arkasında namaz kılınmaz." Mâlik der ki: “Zalim yöneticiler arkasında namaz kılınır, fakat Kaderiyye ve onlara benzer bid'at ehli arkasında namaz kılınmaz.” İbnü'l-Münzir der ki: “Her kimin bid'ati kendisini imandan çıkartıp küfre sokuyor ise onun arkasında namaz kılmak caiz değildir. Bu durumda olmayan bir kimse arkasında namaz kılmak ise caizdir. Bu niteliğe sahip olan kimsenin öne geçirilerek imam yapılması ise caiz olmaz.” Zinakâr, İçkici ve Benzeri Fasıkların İmamlığı: Zina eden, içki içen ve buna benzer azalarıyla işlediği günahlar sebebiyle fasık olan bir kimse hakkında Malikî mezhebinde farklı görüşler vardır. İbn Habib şöyle der: “Şarap içen bir kimsenin arkasında namaz kılan bir kişi, bu kimsenin arkasında kıldığı bütün namazları iade eder. Bundan tek istisna kendisine itaat edilmesi gereken vali ve yönetici olması halidir. O takdirde böyle birisinin arkasında kılınan namaz -namaz kıldırdığı vakit sarhoş olma hali dışında- iade edilmez. Bu görüşü İmam Malik'in arkadaşlarından karşılaştığım kimseler bana nakletmişlerdir.” Câbir b. Abdillah'tan gelen rivayete göre de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem minber üzerinde irad ettiği hutbesinde şöyle demiştir: "Hiçbir şekilde bir kadın bir erkeğe imam olmasın. Hiçbir bedevî bir muhacire imam olmasın, hiçbir günahkar iyi bir kimseye imam olmasın. Yönetici olması hali müstesna." Ebû Muhammed Abdülhak der ki: Bunu Ali b. Zeyd b. Cud'an, Said b. el-Müseyyeb'den rivayet etmektedir. Çoğunluk ise Ali b. Zeyd'in zayıf olduğunu belirtirler. Dârakutnî, Ebû Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Eğer namazınızın tertemiz olmasını arzu ediyor iseniz, en hayırlı olanlarınızı (imam olmak üzere) öne geçiriniz." Bu hadisin senedinde Ebû'l-Velid Halid b. İsmail vardır ki zayıf bir ravidir. Bunu Dârakutnî söylemiştir. Ebû Ahmed b. Ali ise onun hakkında şöyle demektedir: Bu, müslümanlar arasında güvenilir (sika) raviler adına hadis uydururdu. O bu hadisini İbn Cüreyc'den, o Ata'dan, o Ebû Hureyre yoluyla rivayet etmektedir. Dârakutnî ise Sellam b. Süleym'den, o Ömer'den o Muhammed b. Vasi'den, O Said b. Cübeyr'den, o İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "İmamlarınızı en hayırlı olanlarınızdan seçiniz. Çünkü onlar sizinle Allah arasında (temsilci) bir heyettirler." Dârakutnî der ki: Bu hadisin senedinde geçen Ömer bana göre Medain kadısı Ömer b. Yezid'dir. Sellam b. Süleyman da aynı şekilde Medainli olup güçlü bir ravi değildir. Bunu Abdülhak söylemiştir. Rükû' Edenlerle Birlikte Olmak Gereği ve Cemaatle Namaz: Yüce Allah'ın "rükû' edenlerle birlikte" buyruğu birlikte olmayı, bir arada bulunmayı gerektirir. Bu bakımdan Kur'an tefsiri ile uğraşan bir grup ilim adamı şöyle demiştir: “Önceleri namaz kılmak emri, cemaatle birlikte kılmayı gerektirmiyordu. Yüce Allah "birlikte” buyruğu ile cemaate katılmayı emretmiştir. Cemaate katılarak namaz kılma hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Çoğunluğun (cumhurun) kabul ettiği görüş, bunun müekked bir sünnet olduğu ve özürsüz olarak cemaatten uzak kalmayı alışkanlık haline getiren kimsenin cezalandırılması gerektiğidir.” Bazı alimler de cemaatle namaz kılmanın farz-ı kifaye olduğunu kabul etmiştir. İbn Abdilberr der ki: “Bu doğru bir görüştür. Çünkü bütün mescidlerde cemaatle namaz kılmama kararı üzerinde birleşilmesi caiz değildir. Bir mescidde cemaatle namaz kılındığı takdirde tek başına evinde namaz kılanın, kıldığı namazı caizdir. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha üstündür." Bu hadisi Müslim İbn Ömer Radıyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir. Ebû Hureyre Radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Cemaatle namaz kılmak, sizden birinizin tek başına namaz kılmasından yirmi beş kat daha üstündür.” Dâvûd (ez-Zahirî) der ki: Cemaatle namaz kılmak her bir kimse için tıpkı cuma namazında olduğu gibi bir farzdır. Buna delil olarak da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Mescide komşu olanın mescidin dışında kılacağı namaz olmaz." Hadisini getirmiştir. Bunu Ebû Dâvûd rivayet etmiş ve Ebû Muhammed Abdülhak sahih olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda bu, Ata b. Ebi Rebah'ın, Ahmed b. Hanbel'in ve Ebû Sevr ile başkalarının da görüşüdür. İmam Şafii der ki: Cemaate katılma gücüne sahip olan kimsenin özrü olmadıkça cemaate gitmeyi terk etmesinde bir ruhsat görmüyorum. Şafii'nin bu görüşünü İbnü'l Münzir nakletmektedir. Müslim de Ebû Hureyre Radıyallahu anh'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Gözleri görmeyen bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: “Ey Allah'ın Rasulü, beni mescide getirecek, elimden tutup yol gösterecek kimsem yoktur,” dedi ve Rasulullâh sallallahu aleyhi ve sellem'den evinde namaz kılmak üzere izin vermesini istedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona bu konuda ruhsat verdi. Adam geri dönüp gidince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu çağırıp şöyle dedi: "Sen namaz için okunan ezanı duyuyor musun?" Adam evet deyince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "O halde o çağrıya karşılık ver" dedi. Ebû Dâvûd da bu hadis-i şerifi kaydederken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Senin için bir ruhsat göremiyorum" dediğini kaydetmekte ve bu hadisi İbn Umm Mektum'dan rivayet etmekte, bu müsaadeyi isteyenin de o olduğunu beyan etmektedir. İbn Abbas (r.anhumâ)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullâh sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Her kim ezanı işitirse (cemaate) gelmesini engelleyecek bir özrü yoksa..." -Ashab-ı kiram: “Özür nedir” diye sorunca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Korku veya hastalık" cevabını verir- "... onun (tek başına) kıldığı namazı kabul olunmaz." Ebû Muhammed Abdulhak der ki: Bu hadisi Mağrâ el-Abdî rivayet etmektedir. Doğrusu ise, bunun İbn Abbas'a kadar ulaşan mevkuf bir hadis olduğudur ve şöyledir: "Her kim ezanı işitir de (cemaatle namaza) gelmezse onun namazı olmaz." Bununla birlikte Kasım b. Esbağ bunu kitabında zikrederek şöyle demiştir: Bize Kadı İsmail b. İshak anlattı, bize Süleyman b. Harb anlattı, bize Şu'be, Habib b. Ebû Sabit'ten, o Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'tan rivayetle dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her kim ezanı işitir de -özrü olmaksızın- gelmezse namazı olmaz." Sıhhat bakımından bu isnada diyecek yoktur. Çünkü Ebû İshak, Mağrâ el-Abdî'den rivayette bulunmuştur. İbn Mes'ud Radıyallahu anh da der ki: Bizim gördüğümüz şu ki; namazdan münafıklığı bilinen münafıklardan başkası geri kalmıyordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: "Bizimle münafıklar arasındaki fark, yatsı ve sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar ise bu iki namaza gelip katılamazlar." İbnu'l-Münzir der ki: Bizler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından birden çok kimseden şöyle dediğini rivayet etmişizdir: "Her kim ezanı işitir de herhangi bir özrü olmaksızın cemaate gelmezse onun namazı olmaz." Bunu rivayet edenler arasında, İbn Mes'ud ve Ebû Musa el-Eş'arî de vardır. Ayrıca Ebû Davud'un rivayetine göre, Ebû Hureyre şöyle demiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Genç (sahabi)lerime emir vereyim, bana demet demet odun toplasınlar, sonra bir mazeretleri olmaksızın evlerinde namaz kılanların yanlarına gideyim ve onların başlarına evlerini yakayım diye içimden geçirdim." İşte bu, cemaatle namaz kılmayı farz kabul edenlerin ileri sürdükleri delildir. Bunlar zahirleri itibariyle vücub (farziyet) ifade ederler. Ancak cumhur bunları cemaatle namazlara katılma emrini te'kid edici ifadelerdir, diye yorumlamışlardır. Bu yorumlarına delil olarak da İbn Ömer ve Ebû Hureyre'nin (cemaatin faziletine dair az önce geçen) hadislerini göstermişlerdir. Ashab-ı kiramın konu ile ilgili söyledikleri sözleri ve hadis-i şerifte geçen "namazı olmaz" şeklindeki ifadeleri de mükemmellik ve fazilet ifade edecek şekilde yorumlamışlardır. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in İbn Umm Mektum'a söylediği: "O halde çağrıya cevap ver (yani cemaatle namaza katıl)” emrini de mendupluk ifade edecek şekilde yorumlamışlardır." Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in: "... diye içimden geçirdim" hadis-i şerifi kesin vücuba delil değildir. Çünkü böyle bir şeyi içinden geçirmiş fakat yapmamıştır. O bakımdan bu hadisi cemaatten ve Cuma namazından geri kalıp katılmayan münafıklara bir tehdit şeklinde anlamak gerekir. Nitekim bu hususu Müslim'in, Abdullah'tan yaptığı şu rivayet de açıklamaktadır: "Yarın Allah'ın huzuruna müslüman olarak çıkmayı arzu eden bir kimse şu namazlara ezan okunan yerde devam etmeye dikkat göstersin, korusun. Çünkü Allah, sizin Peygamberinize -salat ve selam ona- Hüda sünnetlerini teşri' buyurmuştur. Ve şüphesiz bunlar (namazların cemaatle kılınması) hüda sünnetlerindendir. Eğer sizler cemaatten geri kalıp namazını evinde kılan bu kimsenin yaptığı gibi namazlarınızı evlerinizde kılacak olursanız, Peygamberinizin -selat ve selam ona- sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberinizin -selat ve selam ona- sünnetini terk ettiğiniz takdirde de elbette saparsınız. Eğer ki bir kimse güzel bir şekilde abdest alır, sonra bu mescidlerden birisine gelir ise şüphesiz yüce Allah onun attığı her bir adım karşılığında ona bir hasene yazar. Ve o adım sayesinde, onu bir derece yükseltir ve o adımın mukabilinde onun bir günahını siler. Ben bizleri (ashab-ı kiramı) şu şekilde gördüm. Cemaatle namaz kılmaktan ancak münafıklığı bilinen bir münafık geri kalırdı. And olsun (hasta olduğundan dolayı) adam koltuklarından tutularak iki kişi tarafından sürüklene sürüklene getirildiğini ve sonunda safta durdurulduğunu görmüşümdür." Böylelikle Abdullah (b. Mes'ud rivayet ettiği) bu hadis-i şerifinde açıkça şunu ifade etmektedir: Cemaatle namaz kılmak hüda sünnetlerinden bir sünnettir. Onu terk etmek ise bir sapıklıktır. İşte bundan dolayı Kadı Ebu’l-Fadl İyad şöyle demiştir: “Sünnetlerin zahir olanlarının terk edilmesi üzerinde ittifak olunursa, bunların ifa edilmesi için terk edenlerle savaşılıp savaşılmayacağı hususunda farklı görüşler vardır. Doğrusu böyleleriyle savaşılacağıdır. Çünkü bunların terki üzerinde anlaşmak, Sünnetleri öldürmek demektir.” CUMA NAMAZININ AHKAMI Muhammed Nasırduddin el-Albani Rahimehullah El-Albani rahimehullah der ki: “el-Ecvibetu'n-Nâfi'a adlı eserimi basılması için matbaaya teslim ettikten sonra muhakkık allâme Ebu't-Tayyib Sıddîk Hasan Hân tarafından telif edilmiş olan el-Mev'izatu'l-Hasene bi mâ Yuhtab fî Şuhûri's-Sene adlı eser elime geçti. Bu eserin 7-35 sayfalarında yer alan "el-Kelâm 'alâ Salâti'l-Cum'a" başlığı altında özel bir fasıl gördüm. Müellif bu fasılda kendi ifadesi ile "sünnet-i mutahharadan sabit olmuş bulunan ve delilleri sahih olan önemli meselelerden" söz etmektedir. Bu meselelerin geneli er-Ravdatu'n-Nediyye adlı bir diğer eserinde tahkik ettiği meselelerdendir. Hatta müellif o eserinden bazı hususları harfi harfine nakletmektedir. Bu meseleleri özetleyerek elinizdeki risaleyi -içeriğinde müellifin de bildiği tahkik ve tedkik bulunduğu için- eklemeyi uygun gördüm. İlmî tahkik ve dinî nasihat gereği bu meselelerin bazısı hakkında ta’likte bulunmak gerekiyordu. Sözü edilen meselelerden bazısını ya zaruret olmadığından dolayı ya da sıhhatleri konusunda ilmî bir delil bulunmadığından dolayı zikretmekten kaçındım. Allah'tan müellifi ve eserin yayınlanmasında emeği geçenleri hayırla mükâfatlandırmasını; okuyucuları faydalandırmasını dilerim. En hayırlı dua ve dileme makamı Allah'tır. 1- Cuma her mükellefin yerine getirmesi gereken bir haktır. Buluğ çağına ermiş herkese vaciptir. Çünkü cumanın her mükellefin yerine getirmesi gereken bir hak olduğunu açıkça ifade eden, terk edene şiddetli azap vaadinde bulunan deliller bulunmaktadır. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de cumadan geri duranları yakma isteğini ifade etmektedir.[1] Her bir ferdi içeren şu Kur'anî delilden sonra daha açık ve seçik bir delil bulunmamaktadır: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğunda Allah'ı zikretmeye koşun!" (Cuma, 9) Ebû Dâvûd, Târık b. Şihâb hadisinden Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu tahric etmiştir: "Cuma namazı, (toplum içindeki)[2] her müslümanın yerine getirmesi gereken vacip bir haktır. Şu dört sınıf insan bunun dışındadır: Mülkiyet altındaki köle, kadın, sabi ve hasta." Birden fazla imam bu hadisin sahih olduğunu bildirmiştir. İmam-ı Azam (Baş İmam): 2- Cuma namazı için "baş imam" (imam-ı azam) şart koşulmamaktadır. Cuma namazının -Rasûlullah tarafından ya da Rasûlullah'ın atadığı biri tarafından- kıldırılması, Cuma namazı için "baş imam" şartını gerektirmiş olsaydı, aynı şart diğer namazlar için de geçerli olurdu. Çünkü Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında hiçbir namaz bizzat kendisi ya da emrettiği birisi bulunmaksızın kılınmamıştır. Dolayısıyla lazım batıl olduğu gibi melzûm da batıldır. Sonuç olarak böyle bir şart koşulmasının ilmî bir gerekçesi bulunmamaktadır. Aksine bizzat Peygamber'den gelen rivâyetlerin sahih olması bir yana; bu konuda bazı seleften yapılan rivâyetler sahih değildir. Konuya ilişkin uzun uzun sözler söylenmesi, herhangi bir fayda sağlamamaktadır.[3] Cuma Namazı İçin Cemaat Sayısı: 3- Cuma namazının imamla birlikte bulunan bir kişi ile kılınması sahihtir. Cuma namazı da diğer namazlar gibi bir namazdır. Cuma namazı kılınabilmesi için belirli bir sayıda cemaat bulunmasını şart koşanların delil göstermesi gerekir. Fakat delil bulunmamaktadır. Cemaat sayısı hakkında ileri sürülen görüşlerin bolluğu hayret uyandırmaktadır. Öyle ki, bu görüşler on beşi bulmaktadır. Ancak hiçbirisi istidlale değer bir delile dayanmamaktadır. Cuma namazının diğer namazlardaki kadar bir cemaatle kılınabileceğini ifade eden görüş bunun dışındadır. Şartlar ancak özel delillerle; şart bulunmadığında şartın konusunun (meşrûtun) da bulunmadığına delalet eden delillerle sabit olabilir. Sözü edilen şartların -şart koşulduğuna dair delil olması bir yana- delil olması dahi kesinlikle mümkün olmayan şeylerle isbat edilmesi, araştırmadan söz söylemekten ve Allah, Rasûlü ve şeriatı hakkında mesnetsiz görüş beyan etmekten başka bir şey değildir. Müelliflerden benzer görüşlerin sudur etmesine, bunları eserlerinde yazmalarına, avamın ve yeterliliği bulunmayan kimselerin bu görüşe inanmalarını ve buna göre amel etmelerini emretmelerine hâlâ hayret etmekteyim. Böyle bir görüş ve sahibi çukurun tam kenarındadır. Herhangi bir mezhebe, bölgeye ya da çağa özgü değildir. Sanki Kitapların Anası'ndan alınmışçasına sonra gelenler bu konuda öncekilerin izini takip etmektedirler. Bu hurafe bir sözden ibarettir. Keşke bilebilseydim! Bu (Cuma namazı) ibadetinin diğer ibadetler yanında konumu nedir acaba? Bu ibadetin bir takım şartları, farzları ve rükünleri sabit olarak bulunmaktadır. Öyle ki istidlal keyfiyetini bilen muhakkik âlimlerin farzlar, vacipler ve şartlar bir yana bunların çoğunu sünnet ve mendub olarak görmeleri mümkün değildir. Gerçek şu ki, Cuma namazı Allah subhânehû'nun farzlarından bir farzdır; İslam'ın şiarlarından biridir. Namazlardan bir namazdır. Diğer namazlarda itibar olunmayan bir takım hususların Cuma namazında nazar-ı itibara alınması gerektiğini ileri sürenlerin bu görüşlerini dinlemek için ellerinde delil bulunması gerekir. Bir yerde yalnızca iki kişi bulunuyorsa, biri kalkıp hutbe okur, diğeri dinler ve sonra da beraberce kalkıp Cuma namazını kılarlar. Sonuç olarak sadece iki müslümanın ikamet ettiği tüm mekânlar diğer namazlarda olduğu gibi bu farizanın eda edilmesi salahiyetine sahiptir. (Derim ki; köyler, mezralar, yazlıklar, piknik ve gezinti yerleri de bu söylediğimize dahildir. İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hurayra'dan rivayetine göre Ömer'e yazı yazarak Cuma hakkında soru sormuşlar; o da gönderdiği yazıda "Nerede olursanız Cuma namazını kılın!" cevabını vermiştir. Senedi sahihtir. Mâlik'ten rivayete göre şöyle demiştir: Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabı Mekke-Medine arasındaki bu sularda Cuma namazı kılarlardı.") Hatta birisi çıkıp da "Tek başına münferiden namaz kılanın namazının sahih olduğuna dair deliller Cuma namazını da kapsamaktadır." dese, bu söz doğrudan uzak değildir. (Derim ki; bu konuda birinci meselede geçmiş olan Târık b. Şihâb hadisinde Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in "cemaat içinde" sözüne dikkat gösteren kimsenin açıkça göreceği nazar (şüphe) bulunmaktadır. Müellif bir diğer eseri olan er-Ravda'da bu konuya dikkat çekmiş ve s.134'te yukarıdakine benzer ifadelerinin ardından değerlendirmede bulunarak şunları zikretmiştir: "Az önce zikri geçen Târık b. Şihâb hadisi cemaat içinde bulunması yönüyle her müslümana vacip olduğu kaydını ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in kendi zamanında cemaat olmaksızın cumayı kılmadığı bilgisini içermemiş olsaydı, Cuma namazının da diğer namazlar gibi ferdî olarak eda edilmesi yeterli olurdu." Cuma namazının Târık b. Şihâb hadisi ve beraberinde zikredilenler sebebiyle ferdî olarak kılınamayacağına dair müellifin ifadeleri bu şekildedir. Bizim de kesin olarak doğruluğunu kabul ettiğimiz görüş budur. Müellifin bu noktaya burada değinmemiş olmasının nedeni muhtemelen müellifin bir kalem hatası sonucu cemaat içinde" ifadesini hadisten düşürmesidir. Nitekim yerinde bu noktaya işaret etmiştir. Yazıda dikkatini çekecek, hafızada da hatırlatacak bir unsur bulunmamıştır. Allah en iyisini bilendir. Daha sonra San'ânî'nin Subulu's-Selâm, c.2, s.74'te şunu zikrettiğini gördüm: "Cuma namazı, icmâ edildiğine göre ancak ve ancak cemaatla kılınarak sahih olur.") Aynı Şehirde Birkaç Kez Cuma Kılınması: 4- Cuma namazı da diğer namazlar gibidir. Tek bir şehirde birden fazla cemaatla diğer namazların kılınmasının caiz olduğu gibi aynı vakitte ve aynı beldede birkaç cumanın kılınması caizdir. Bunun aksini iddia eden, sadece reye istinad etmiştir. Rey ise hiç kimse için hüccet değildir. Mesnedi rivâyet olsa, ama o da yok. Sonuç olarak; aynı şehirde iki Cuma namazı kılınmasının engellenmesi, bir ya da daha fazla mekanda Cuma namazı kılınmaması gibi bir şart bulunduğundan dolayı ise bunun kaynağı ve delili nedir? Tek neden Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in kendi kıldırdığı Cuma namazından başka Medine'de ve bitişiğindeki köylerde Cuma namazı kılınmasına izin vermemiş olması ise, bu durum namazın batıl olmasını gerektiren şartlılığa dair delil olamaz. Hatta bundan daha aşağı derecedeki vucubiyete bile delil olamaz. Böyle olsaydı aynı hükmün diğer namazlar için de geçerli olması gerekirdi. (Derim ki; bayram namazları için de aynı şey söz konusudur. Hatta bunlardaki gereklilik diğerlerinden daha kuvvetlidir. Çünkü bilindiği üzere Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Medine'de bayram namazlarını tek bir mekânda, yani musallada kılmıştır. Buna rağmen bayram namazları konusunda taaddüt bulunmayacağına dair kimse görüş belirtmemiştir.) Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in içinde cemaat oluşturulmasına izin vermediği bir mekanda cemaatle namaz kılınması sahih olmaz. Batıllar içinde en batıl olanı budur. Şayet hüküm, bir mani bulunması nedeniyle iki Cuma namazı içinde daha geç kılınanın -hangisi olduğu biliniyorsa, onun; bilinmiyorsa her ikisinin- batıl olması ile alakalı ise, bu mani nedir? (Derim ki; bu günlerde insanların dilinde "Cuma önce kılanındır" diye bir söz meşhurdur. Bunun sünnette herhangi bir aslı bulunmamaktadır. İlgili bir hadis de yoktur. Bu yalnızca Şâfi'îlerden bir kısmının görüşüdür. İlmi bulunmayan kimseler de bunu nebevî bir hadis sanmışlardır. Cuma namazının aynı beldede bir kaç kez kılınamayacağı görüşüne sahip olanların dayanaklarını bildiğinde bazı mescidlerde bazı insanlarca Cuma namazından sonra kılınan öğle namazının da hükmünü öğrenmiş olacaksın.) Aslolan, aksini gösteren bir delil bulunmadığı sürece her yer ve zamanda ibadetle alakalı hükümlerin sahih olduğudur. Konu ettiğimiz hususla ilgili olarak böyle bir delil elbette ki bulunmamaktadır. (Derim ki; sahih olan budur. Fakat bilinmektedir ki; Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Cuma namazı ile diğer beş vakit namazı uygulama bakımından birbirinden ayırmıştır. Sabit olduğuna göre Medine'de Cuma namazı kılınan birçok mescid bulunmaktaydı. İlgili delillerden birine göre Muâz b. Cebel radıyallâhu anh yatsı namazını Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in arkasında kılar sonra kendi kavmine giderek onlara yatsı namazında imamlık yapardı. İkinci kıldığı bu yatsı namazı kendisi için nafile diğerleri için ise farz namaz olmaktaydı. Cuma namazı ile alakalı olarak ise taaddüt söz konusu değildir. Bilakis diğer mescidlerin cemaatleri komple Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in mescidine gelir ve orada Cuma namazı kılarlardı. Rasûlullah'ın Cuma namazı ile diğer namazlar arasında gerçekleştirdiği bu farklı uygulama boşuna değildir. Öyleyse bu uygulamanın nazar-ı itibara alınması gerekir. Buna göre bu uygulama, müellifin bütün sözlerini reddeder mahiyette dile getirdiği şartlılığa hükmetmeyi gerektirmese de en azından hiçbir zaruret bulunmadığı halde cumanın bir kaç kez kılınmasının sünnete muhalif olduğuna delalet etmektedir. Durum böyle olduğuna göre Cuma namazının birden fazla kılınmasının engellenmesi ve Hz. Peygamber ile kendisinden sonraki ashabına ittiba ederek mümkün olduğunca bir tek kez kılınmasına önem verilmesi gerekmektedir. Böylelikle Cuma namazının meşru kılınmasındaki hikmet ve faydalar tam olarak gerçekleşmiş olmakta ve büyüklü-küçüklü -ve hatta bazı beldelerde neredeyse birbirine bitişik bulunan- bütün mescidlerde ayrı ayrı kılınması sonucu olabilecek ayrılıkların da önüne geçilmiş olmaktadır. Sahih fıkhın kokusunu almış olan kimsenin böyle bir uygulamanın caiz olduğu

görüşünü dillendirmesi mümkün değildir.) Cuma Namazını Kaçıran Kimse Hangi Namazı Kılacak? 5- Cuma namazı Allah azze ve celle'nin kullarına farz kıldığı bir farizadır. Şayet herhangi bir özürden dolayı kılınamazsa öğle namazının kılınması gerektiğine dair bir delil bulunması gerekir. İbn Mes'ûd hadisinde "İki rekâtı kılmayı kaçıran, dört rekat olarak kılsın!"[4] buyurulmaktadır. Fer'î meseler konusunda ehil olan kimselerin bu meseleye ilişkin olarak zikrettikleri faydaların herhangi bir aslı bulunmamaktadır. Cuma Namazı ve Müdrik: 6- Nesâî, Ebû Hurayra hadisinde şu lafızla bir rivâyet tahric etmiştir: "Cuma namazının bir rekatına yetişen Cuma namazını idrak etmiş olur." Bu hadisin on iki tariki bulunmaktadır. Hâkim bu tariklerin üçünün sahih olduğunu bildirmiştir. el-Bedru'l-Munîr'de şöyle demiştir: "Bu üç tarik, söz konusu hadisin en güzel (ahsen) tarikleridir. Geri kalanlar zayıftır." Nesâî, İbn Mâce ve Dârakutnî İbn Ömer hadisinden tahric etmiştir. Daha başka tarikleri de bulunmaktadır. Hafız İbn Hacer Bulûğu'l-Merâm'da şunları dile getirmektedir: "Hadisin isnadı sahihtir. (Fakat) Ebû Hâtim bu rivâyetin mürselliğini (takviye etmiştir).[5] Bu hadisler delil olarak kullanılabilecek hadislerdir.[6] Bayram Günü Cuma Kılmanın Hükmü: 7- Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce'de "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bayram namazını kıldırdı. Sonra Cuma namazı hakkında ruhsat vererek "Cuma namazını kılmak isteyen kılsın" buyurdu." lafzıyla yer alan hadisin zahiri bayram namazından sonra Cuma namazının her insan için ruhsat haline geldiğine delildir.[7] (Bayram namazını kılmış oldukları halde) insanlar Cuma namazını kılmazlarsa, ruhsatla amel etmiş olurlar. Yalnızca bir kısmı kılarsa, üzerine vacip olmadığı halde ecre müstehak olurlar. İmamla diğerleri arasında bu konuda fark bulunmamaktadır. Bu hadisi İbnu'l-Medînî bu hadisin sahih olduğunu; Nevevî de hasen olduğunu bildirmiştir. İbnu'l-Cevzî "Bu babdaki en sahih hadis budur." demiştir.[8] Ebû Dâvûd, Nesâî ve Hâkim Vehb b. Keysân'dan tahric ettiklerine göre şöyle demiştir: "İbn Zubeyr döneminde iki bayram aynı güne denk gelmişti. Namaza çıkışı gündüz yükselene dek geciktirdi. Sonra çıkıp hutbe irad etti. Hutbeyi bayağı uzattı. Sonra indi ve namaz kıldı. İnsanlar o gün Cuma namazını kılmadılar. Bu durum İbn Abbas radıyallâhu anhumâ'ya aktarıldığında "Sünnete isabet etmiştir." demiştir." Ravileri, sahih hadis ricalidir. Aynı hadisi, Vehb b. Keysân'ın dediğine benzer biçimde Ebû Dâvûd, 'Atâ'dan tahric etmiştir. Bu rivâyetin ravileri de sahih hadis ricalidir.[9] Zikrettiklerimizin tümü bayram namazından sonra Cuma namazının kılınmasının herkes için bir ruhsat olduğuna delalet etmektedir. Az önce belirtildiği üzere İbn Zubeyr kendi hilafeti döneminde cumayı terk etmiştir. Ashabdan hiçbiri de bu uygulamayı reddetmemiştir. Cuma İçin Gusletmenin Hükmü: 8- Sahîhayn ve diğer kaynaklarda ashab-ı kiram yoluyla sabit olan hadisler, Cuma için gusledilmesinin vucubiyetini bildirmektedirler. Fakat sünen sahipleri nezdinde bunun aksine, yani vacip olmadığına delalet eden ve birbirini destekleyen rivâyetler varid olmuştur. Buna göre hadiler arasını cem ederek guslün vacip olmasıyla kastedilenin güçlü bir meşruiyete sahip olduğu yönünde tevil edilmesi gerekli hale gelmiştir. Vacip lafzı içerdiği anlamdan bir başka manaya her ne kadar çekilemese de konumuzda olduğu gibi gerektiren bir delil bulunduğu takdirde başka manaya yöneltilmesi mümkündür. Ancak cem -uzak bir yönden de olsa-, tercihten önde gelir.[10] Şu bilinmelidir ki, “Sizden biriniz cumaya geldiği zaman gusletsin!” hadisi guslün Cuma namazı için olduğuna ve Cuma namazından başka bir nedenle Cuma gününün başlangıcında, ortasında ya da sonunda da olsa meşruiyet maksadına isabet edemediğine delalet etmektedir. İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve diğerlerinin tahric etmiş olduğu şu hadis de bu durumu teyid etmektedir: “Cumaya gelen erkek ve kadınlar gusletsin!” İbn Huzeyme şöyle bir ziyadede bulunmuştur: “Cumaya gelmeyene gusletmek gerekmez.” Mulahhis (özetini yapan) şahıs şöyle demiştir: “Hadis -bu ziyade ve kadınların zikredilmiş olduğu şekliyle -sahih değil, şazdır. Bu iki husus olmaksızın ise -Buhârî, Muslim ve diğer kaynakların rivâyet ettiği gibi-, mahfuzdur. Bu hususu ed-Da’îfe, no:3958’de tahkik ettim. Cuma Hutbesinin Hükmü: 9- Kesinlik ifade edecek şekilde sabit olduğuna göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Allah subhânehû ve teâlâ’nın meşru kıldığı Cuma namazında hutbeyi terk etmemiştir. Allah celle celâluhû Kitâb-ı Aziz’inde kendisini zikretmek için koşmayı emretmiştir. Her ne kadar zikirle hutbe kastedilmemişse de hutbe, Allah celle celâluhû’ı zikretme amellerinden biridir. Kısacası hutbe farz değil, sünnettir. Hutbenin, namazın şartlarından olması hususu ile ilgili herhangi bir şey söz konusu değildir. Bu konuyla ilişkili olarak sünnet-i mutahharada tek bir harfe ve hatta şart olması bir yana vücubiyet ifade eden bir emir ihtiva eden herhangi bir söze rastlamadık. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında “hutbe irad etmiştir”, “hutbesinde şöyle demiştir” “şunu okumuştur” tarzında anlatılan eylemlerden başka bir veri bulunmamaktadır. Bu konuya ilişkin olarak çıkan sonuç, cuma nazmından önce hutbenin irad edilmesinin, namaz şartı olması bir yana vacip değil, müekked sünnetlerden olduğudur. Bir eylemin devamlı surette yapılmış olmasından vacip olduğu sonucu değil, müekked sünnetlerden sayıldığı sonucu çıkar. Kısacası Cumada hutbe irad edilmesi müekked sünnetlerden ve İslam’ın şiarlarındandır. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Cuma namazı meşru kılındığı andan itibaren vefat edinceye kadar hutbe okumayı terk etmemiştir.[11] Hutbenin Sıfatı ve Konusu: Şu bilinmelidir ki, meşru kılınmış olan hutbe, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in adet edindiği insanları teşvik ve sakındırma (terğîb ve terhîb) şeklinde gerçekleştirilen hutbedir. Hutbenin meşru kılınışındaki temel ruh budur. Allah celle celâluhû’^ya hamd etmek veya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavatta bulunmak ya da Kur’an’dan bir şey okumak ise, bunların tümü hutbenin meşruiyetinden kastedilen hedefin dışında yer almaktadır. Benzeri unsurların Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hutbesinde beraberce bulunmuş olması, kesin bir maksat ve gerekli bir şart olduklarını göstermez. İnsaf ehli kimseler hutbeyle hedeflenen maksadın büyük kısmının öncesinde hamd ve salavatta bulunulmadan yapılan vaaz olduğu konusunda şüphe etmezler. Arapların daimi örfünde bilindiği üzere, birisi kalkıp bir şeyler söylemek isterse sözlerine Allah’a övgüde ve Rasûlulah’a salavatta bulunarak başlardı. Bu tutum oldukça güzel ve yakışır bir tutumdur. Fakat asıl maksat bu değil; bunlardan sonra anlatılanlardır. Cuma hutbesinde nasihatte bulunmak, sözün söylenme nedenidir. Hatip bunu yaptığı taktirde meşru fiili işlemiş olur. Ancak sözünün başında Allah’a senada, Rasûlullah’a salavatta bulunursa, ya da vaazında Kur’an ayetleri serpiştirirse, daha mükemmel ve güzel olur. Fakat vacip ya da şart oluşun sadece hamd ve salavatla sınırlandırılması ve vaazın yalnızca mendup amellerden sayılması, sözün ters-yüz edilerek önde gelen alimlerin üslubu dışına çıkarılması demek olur. Hasılı kelam, hutbenin ruhu mev’ıza-i hasenedir. Bu ister Kur’an’dan kaynaklanır; ister başka bir yerden. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbesinde Allah teâlâ’ya hamd, kendisine salavatta bulunur[12], kelime-i şehadetleri söyler ve bir sûreyi bütünüyle okurdu. Maksat, Kur’an ile öğüt vermek ve mümkün olduğu kadar Kur’an’ın sakındırıcı ayetlerini zikretmekti. Bu tutum bütünüyle bir tek sûreye özgü değildir. Câbir radıyallâhu anh’tan rivâyete göre şöyle anlatmıştır: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe irad ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi kabarırdı. Sanki orduyu uyararak “(Düşman) akşama-sabaha size baskın yapacak” diyen bir komutan gibiydi. Şöyle derdi: “Bundan sonra; sözlerin en hayırlısı Kitabullah’tır. En hayırlı hidayet, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in hidayetidir. En kötü iş, sonradan ihdas edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.” Muslim tahric etmiştir. (Yine Muslim’e ait bir başka rivâyette): “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in Cuma günkü hutbesi şöyleydi: Allah’a hamd eder, senada bulunur sonra da bunun peşinden sesini yükselterek konuşurdu.” (Yine Muslim’e ait bir rivâyette): “Allah kime hidayet verirse, onu saptıracak hiç kimse yoktur. Kimi de saptırırsa, ona kimse hidayet veremez.”[13] Nesâî’nin Câbir’de rivâyetinde şu ifade yer almaktadır: “Her dalalet ateştedir.”[14] Yani bu söz “Her bid’at dalalettir” ifadesinin ardından gelmektedir. “Her bid’at dalalettir” ifadesi ile kastedilen, bid’at sahibinin dalalette olduğudur. Bid’at lugatta; daha önce bir benzeri bulunmaksızın yapılan şeye denir. Burada murad edilen mana ise, Kitap ya da sünnet kaynaklı olarak meşruiyetine delalet eden bir husus bulunmaksızın yapılan şeylerdir. Hadiste her bid’atin dalalet olduğuna ve bazılarının ileri sürdükleri gibi bu sözün tahsis edilmiş bir âmm olmadığına dair delalet bulunmaktadır. Hadiste ayrıca hatibin hutbe sırasında sesini yükseltmesinin, açık ve anlaşılır olarak konuşmasının, teğîb ve terhîbe dair özlü ifadelerde bulunmasının ve “bundan sonra (emmâ ba’d)” tabirini kullanmasının müstehab olduğuna da delil bulunmaktadır. Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tüm hutbelerinde mutlaka bu tabiri kullanırdı. “Bundan sonra” tabiri hamd, sena ve kelime-i şehadetin sonrasında kullanılır. Nitekim az önce “Muslim’in bir başka rivâyetinde” diye başlayıp serdettiğimiz rivâyet bunu ifade etmektedir. Bu hadiste ayrıca Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bütün hutbelerinde “Bundan sonra; sözlerin en hayırlısı…” ifadelerini de mutlaka kullandığına dair işaret bulunmaktadır.[15] Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in “İçinde teşehhud bulunmayan her hutbe çolak bir el gibidir.”[16] buyurmuştur. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbesinde ashab-ı kirama İslam’ın kurallarını, kanunlarını öğretir; emir ve nehiy söz konusu olduğunda hutbesinde bunları emreder ve nehyederdi. Meselâ kendisi hutbe irad ettiği sırada içeriye girene iki rekat namaz kılmasını emrederdi. Hutbede şeriatın temel esaslarını, cenneti, cehennemi ve ölümden sonraki dirilişi hatırlatırdı. Allah celle celâluhû’ya karşı takva sahibi olmayı, gazabından sakınmayı emreder; rızasını kazanmayı gerektirecek amellere teşvik ederdi. Bir ayet-i kerime kıraatine yer verirdi. Muslim’de yer alan bir hadiste şöyle anlatılmıştır: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in aralarında oturduğu, Kur’an okuduğu, insanlara hatırlatma ve uyarılarda bulunduğu iki hutbesi bulunmaktaydı.” Bu zikredilen hususların Rasûlullah tarafından hutbede rutin olarak uygulanması zahirde vacip olduklarını göstermektedir. Çünkü Peygamber’in uygulaması, Cuma ayetindeki icmalin beyanıdır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem “Beni nasıl namaz kılarken görmüşseniz, öyle namaz kılın!” buyurmuştur.[17] Şâfiî bu görüşe sahiptir. Bazısı “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu uygulamadaki devamlılığı, vacip olduğuna delildir” demişlerdir. El-Bedru’t-Temâm’da müellif “En zahir olan görüş budur.” demiştir. Allah celle celâluhû en iyisini bilendir.[18] Hutbenin Kısa Tutulup Namazın Uzatılması: 11- Ammar b. Yâsir’den rivâyete göre şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken duymuştum: “Kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı, fıkhının alameti (meinnesi)dir.” Muslim rivâyet etmiştir. Yani bu tutum, kişinin fıkıh sahibi olduğunu gösteren alametlerdendir. Bir şeye delalet eden alamete meinne denilmektedir. Hutbenin kısa tutulmasının böyle bir alamet özelliği bulunmaktadır. Çünkü fıkıh sahibi kimse manalardaki hakikatleri, ve özlü lafızları bilir. Dolayısıyla da yararlı ve anlaşılır ifadelerle istediğini anlatabilir. İşte bu nedenle hadisin devamında “Namazı uzatın; hutbeyi kısa tutun! Çünkü söz söyleme kabiliyetinin sihir gibi etkileyici kuvveti bulunmaktadır.” Namazın uzatılması ile murad edilen miktar, nehiy kapsamına dahil olmayacak uzunluktur. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Cuma namazını Cuma ve Munafikûn sûreleri ile kıldırırdı. Nitekim Muslim’de yer alan İbn Abbas ve Nu’mân b. Beşîr radıyallâhu anhumâ’dan gelen rivâyete göre; “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bayram namazlarında ve Cuma namazında A’lâ ve Ğâşiye sûrelerini okurdu.”[19] Bu uzunluk, hutbeye nispetle uzundur ve yasaklanmış olan bir uzunluk değildir. Ümmü Hişâm bnt. Hârise b. Nu’mân’dan rivâyete göre şöyle demiştir: “Kâf Sûresi’ni, her Cuma insanlara hutbe irad ederken minberden okuduğu sırada Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ağzından öğrendim.” Muslim rivâyet etmiştir. Bu hadiste her Cuma hutbede bir sûreyi bütünüyle ya da kısmen okumanın meşru olduğuna delil bulunmaktadır. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendi seçimi olarak bu sûreyi devamlı surette her Cuma okuması, vaaz ve öğüte çok uygun ve güzel olması sebebine dayanır. Hadiste ayrıca hutbede vaazın tekrarlanmasına ilişkin de delil bulunmaktadır. Çeşitli Hükümler: 12- Hatibin bir ihtiyacı zuhur ettiğinde ya da bir soruya muhatap olduğunda hutbesini kesip ihtiyacını giderebilir; soruya karşılık verebilir ve daha sonra hutbesini tamamlar. Cemaat içinde fakir ya da ihtiyaç sahibi birini gördüğünde tasaddukta bulunmayı emredebilir. Bu konuda teşvikte bulunabilir. Allah celle celâluhû’ı zikrettiğinde işaret parmağıyla işaret eder. Derim ki; sanki müellif bu ifadeleri ile ‘Umâra b. Rueybe hadisine işaret etmektedir. ‘Umâra, Bişr b. Mervân’ı minber üzerinde iki elini de kaldırmış olduğunu görmüş ve “Allah bu elleri kahretsin! Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i konuşma sırasında bu elinden başka -işaret parmağıyla göstererek- bir şey katmadığını gördüm.” Muslim (c.3, s.13) ve diğer kaynaklar tarafından rivâyet edilmiştir. Bu rivâyetin benzeri olan Sehl b. Sa’d hadisinden bir de şahidi bulunmaktadır. Bu rivâyette “Orta parmağı ile baş parmağını birleştirerek İşaret parmağıyla göstermiştir” demiştir. Ebû Dâvûd hasen isnadla rivâyet etmiştir. Her iki rivâyet de el-İrvâ’, c.3, s.77’de tahric edilmiştir. Cemaat toplandığı vakit, hutbeye tek balına çıkar. Yanında hizmetkâr, kapı görevlisi gibi kimseler bulunmaz. Omuzlara atılan şal, başa örtülen poşu gibi şeyler giymek adeti değildi. Adet olan siyah giysi de giymezdi. Mescide girdiğinde yakınında bulunanlara selam verirdi. Minbere çıktığında yüzünü cemaate döner ikinci kez selam verir sonra otururdu.[20] Hutbe Esnasında Tahıyyetu’l-Mescid Namazı Kılmak: 13-Delillerden ulaşılan sonuca göre hutbe sırasında konuşmak, genel olarak yasaklanmıştır. Bu genellik (umumluk), tahıyyetu’l-mescid namazında vuku bulan kıraat, tesbih, teşehhud ve dua şeklindeki kelam nedeniyle tahsis edilmiştir. Sözü edilen umumluğu tahsis eden hadisler sahihtir. Dolayısıyla hutbe esnasında mescide giren kimse, bu müekked sünneti ikame etmek ve delillerin ifade ettiği manayı yerine getirmek istiyorsa iki rekat tahıyyetu’l-mescid namazı kılmaktan kaçamaz. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe sırasında mescide gelen ve tahıyyetu’l-mescid namazını kılmadan oturan Selîk el-Ğatafânî’ye kalkıp namaz kılmasını emretmiştir. Bu da söz konusu namazın müekked olarak meşru kılınmış amellerden; hatta vaciplerden olduğuna delalet eder. Tahıyyetu’l-mescid namazını tahsis eden rivâyetler cümlesinden olmak üzere Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu hadisini zikredebiliriz: “Biriniz (Cuma günü) imam hutbe okuduğu sırada gelirse, iki rekat namaz kılsın!”[21] Bu hadis sahih bir hadistir ve tartışma konusu hakkında nas ihtiva etmektedir. Tahıyyetu’l-mescid dışında kalan zikir, dua, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavat getiren hatiple birlikte salavat getirmek gibi hususların sözü edilen umumluktan tahsis edildiğine delalet eden herhangi bir veri gelmemiştir. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavat getirilmesine eşlik etmenin meşruiyetini kesin olarak bildiren deliller varid olmuşsa da bu deliller, hutbe sırasında konuşulmasını yasaklayan hadislerden bir yönden daha umumidir; bir yönden de daha hususidir. İki umumluk çatışması dolayısıyla hangisinin racih olduğuna bakılır. Bu sözlerimiz; “Lağv edenin cuması yoktur.”[22] hadisinde zikredilen lağv, konuşma sayılabilecek tüm türleri kapsadığı taktirde geçerlidir. Lağv sözü, kelam sayılabilecek türlerden yararı bulunmayan bir türe mahsus ise, o halde bu hadis zikrin, duanın ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e getirilen salavata eşlik etmenin yasak olduğuna delalet eden delilerden değildir. Mulahhis Muhammed Nâsıruddîn şöyle der: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Arkadaşına –Cuma günü imam hutbe irad ettiği sırada- ‘sus!’ dersen, lağvetmiş olursun.” (Buhârî, Muslim ve diğerleri tahric etmiştir.) Hadisinin delaleti ile iki ihtimalden birincisi tercihe şayandır. ‘Sus!’ sözü, lügat bakımından lağv sayılmaz. Çünkü emr-i bir’l-maruf nehy ani’l-munker babındandır. Bununla birlikte Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bu sözü caiz olmayan lağv olarak adlandırmıştır. Bu da daha önemli olanın (ehemin) -yani hatibin konuşması sırasında susmanın- daha alt derecede önemli olana (mühime) -yani hutbe sırasında marufun emredilmesine- tercih edilmesi babındandır. Durum bu şekilde olduğuna göre emr-i bi’l-maruf derecesinde olan tüm tutum ve davranışlar hüküm bakımından da emr-i bi’l-maruf hükmünü taşırlar. Emr-i bi’l-maruftan daha aşağı derecedeki tutum ve davranışlar için ise ne denebilir?! Elbette ki bu durumda yasaklama daha evla ve daha uygundur. Şer’î bakımdan lağv sayılır. Musannifin s.27’de ve er-Ravda s.140’ta “Şöyle denilmesi mümkündür: ‘Sus!’ diyen kimse o anda bu sözü söyleme emrine muhatap değildir. Dolayısıyla söylemiş olduğu bu söz bu bakımdan lağv sayılmıştır.” İfadeleri ile kaydettiği bu satırlar hakkında ben derim ki: Müellifin hükmünde tereddüt ettiği zikirler de aynı şekilde o anda emredilmemişlerdir. Dolayısıyla bunlar da lağv sayılırlar. En iyisini Allah celle celâluhû bilir. El-Mev’izatu’l-Hasene’de yer alan meselelerin mümkün olduğu kadar ta’liki ile birlikte özeti bu şekilde son bulmaktadır. Bu çalışmayı hicrî 12 Safer 1382 Cumartesi akşamı bitirdim. Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur. Allah, Muhammed’e, ailesine ve tüm ashabına salât eylesin!’ Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî CUMA İLE İLGİLİ BİD’ATLER Geçen hükümlerle ilgili özet, talik ve tahkik çalışmamı bitirdikten sonra “Bid’atler Sözlüğü” adlı bir projem olduğu hatırıma geldi. Cuma ile alakalı bid’atleri ele alıp, belli bir düzene koymamın ve bu risaleye eklememin uygun olacağını düşündüm. Böylelikle daha mükemmel bir fayda sağlanmış olacaktı. Projemde yer alan “Bid’atler Sözlüğü” adlı çalışmamı gerçekleştirip meydana getirmek fırsatını ne zaman bulabileceğimi bilmiyorum. Bir şeyin tümü elde edilemiyorsa, çoğu terk edilmez. Bu fasıldan önce birkaç kelam etme gereği duymaktaydım: Dine sokuşturulmuş olan bid’atlerin tanınmasının önemli bir husus olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Çünkü müslümanın rabbine yakınlaşması, ancak bid’atlerden uzak kalmasıyla mümkün olabilir. Bu da bid’atlerin kural ve usulleri bilinmese de müfredlerinin bilinmesiyle mümkün olabilir. Aksi halde hiç farkına varmadan bid’at içine düşülebilir. Bu husus, usul elimlerinin dediği gibi “vacibin yerine getirilmesi için mutlak gerekli olan şey de vaciptir” babındandır. Şirkin ve türlerinin bilinmesi de buna benzemektedir. Şirk hakkında bilgi sahibi olmayan şirke düşebilir. Nitekim bir çok müslümanın evliyaya ve salih kimselere adakta bulunmak, onlar adına yemin etmek, kabirleri üzerine mescidler inşa etmek, bunların etrafında tavaf yapmak gibi ilim ehlince şirk olduğu bilinen amellerle Allah celle celâluhû’ya yakınlaşmaya çalıştıkları görülmektedir. Bu sebeple kulluk konusunda yalnızca sünnetin bilinmesi yeterli değildir. Sünneti bozan bid’atlerin de tanınması gerekmektedir. Benzer biçimde iman konusunda da zıttı olan şirk unsurları bilinmeden tevhid yeterli olmaz. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şu sözü ile bu gerçeğe işaret etmektedir: “Kim ‘Lâ ilâhe illallâh’ deyip de Allah’tan başka ibadet edilenleri inkar eden kimsenin malı da kanı da haramdır. Hesabı Allah’a aittir.” Muslim rivâyet etmiştir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sadece tevhid ile yetinmemiş; tevhide, zıddı olan hususları inkar etmeyi de katmıştır. Bu da küfrü tanımayı gerektirmektedir. Aksi halde kişi farkında olmadan küfre düşebilir. Sünnet ile bid’at konusu da aynen bu şekildedir. İslam iki önemli asıl üzerinde kaimdir: Yalnızca Allah’a ibadet etmek ve kulluğu Allah celle celâluhû’nun meşru kıldığı amellerle gerçekleştirmek. Bunlardan biri bozulduğunda diğeri de bozulur ve Allah celle celâluhû’ya ibadet gerçekleşmez. Bu iki asıl hakkında tahkik edilmiş görüşler Şeyhulislam İbn Teymiye ve Şeyhulislam İbnu’l-Kayyım rahimehumallâh’ın eserlerinde geniş bir şekilde ele alınmıştır. Geçen satırlardan da ortaya çıktığına göre müminin ibadetinin, Allah için yapılan halis kulluğa aykırı olan bid’atlerden selamete olabilmesi için bid’atlerin tanınması gerekmektedir. Şairin de dediği gibi bid’atler gerçekleştirilmek amacıyla değil, uzak kalmak niyetiyle bilinmesi gereken şer kapsamındadır. Şair şöyle der: Kötüyü, kötülük olsun diye değil, Korunmak için tanıdım. İyiyi ayıramayan kötüden, Düşer içine bir gün. Bu mana sünnetten kaynaklanmaktadır. Huzeyfe b. Yemân radıyallâhu anh şöyle demiştir: “insanlar Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e hayır hakkında sorarlardı. Ben ise, bana erişir korkusuyla şer hakkında sorardım. “Ya Rasûlullah!” dedim, “Biz cahiliye ve şer içinde idi. Allah celle celâluhû bize bu hayrı getirdi. Bu hayırdan sonra bir şer var mı?” “Evet” dedi. “O şerden sonra hayır var mı?” dedim. “Evet. Onda bir bulanıklık bulunacak.” dedi. “Bulanıklığı nedir?” dedim. “Benim sünnetimden başka yollara yönelen; benim hidayetimden başka hidayetlere tutunmaya çalışan insanlardır. Onlardan kabul ettiğin ve reddettiğin ameller görürsün.” dedi. “O hayırdan sonra başka şer olacak mı?” dedim. “Evet, cehennem kapılarında durup davet eden kimseler olacak. Davetlerine olumlu karşılık verenleri cehenneme atacaklar.” dedi. “Onların vasıflarını anlat bize, ey Allah’ın rasûlü!” dedim. “Evet, onlar da bizim gibi insandırlar; bizim dilimizi konuşurlar…” Buhârî ve Muslim tahric etmiştir.[23] Derim ki: bu sebepten ötürü Müslümanların dine sokuşturulmuş olan bid’atlere karşı uyarılmaları bir zarurettir. Durum bazılarının zannettikleri gibi değildir. Bu kimselerin sandıklarına göre sadece tevhidin ve sünnetin öğretilmesi yeterlidir. Şirk ve bid’atle ilgili hususların öğretilmesine, tanıtılmasına gerek bulunmamaktadır. Aksine bu konularda sessiz kalınmalıdır. Bu görüş, şirke zıt olan tevhid ile bid’ate zıt olan sünnet hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanan kısır bir görüştür. Aynı zamanda bu görüş, ilim sahibi kimselerin dahi bid’ate düşmelerinin mümkün olduğunun bu kimselerce bilinmediğini de göstermektedir. Bid’atin sebepleri burada sayamayacağımız kadar oldukça fazla sayıdadır. Fakat bunlardan bir tekini zikredip ilgili bir misal vermek istiyorum. Dinde bid’ate neden olan sebeplerden biri zayıf ve mevzu hadislerdir. İlim adamlarından bazısına bu türe dahil kimi hadisler gizli kalmakta ve sahih olduğunu sanarak bunlarla amel etmektedirler. Allah’a yakınlaşma niyetiyle bu hadislerdeki ifadeleri pratiğe dökmektedirler. Ardından da talebeler ve diğer insanlar bu ilim adamlarını taklid etmekte ve sonuçta da bu ameller tabi olunan bir sünnet halini almaktadırlar. Meselâ fazilet sahibi bir ilim adamı olan Şeyh Cemaleddîn el-Kâsimî “Islâhu’l-Mesâcid mine’l-Bida’ ve’l-‘Avâid” adlı kıymetli bir eser telif etmiştir. Yukarıda işaret ettiğim projemde bu eserden oldukça istifade ettim. Bununla birlikte dikkat çekilmesi gereken bir fasıl açmış ve bu fasıl altında yirmi mesele zikretmiştir. Bu meselelerden biri de s.205’te 16 numaralı “Küçük Yaştaki Çocukların Mescide Girmeleri” meselesidir. Şöyle der: “Hadiste “Mescidlerinizi küçük yaştaki çocuklarınızdan ve mecnunlarınızdan uzak tutun!” buyurulmuştur. Çünkü küçük yaştaki sabi, henüz oyun çocuğudur. Mescid içinde oynaması sebebiyle namaz kılanları şaşırtabilir. Mescidi oyun alanı haline de getirebilir. Bu davranış ise mescidin konumuna aykırıdır. Dolayısıyla çocuk mescidden uzak tutulmalıdır.” Derim ki: Bu hadis delil olamayacak derecede zayıftır. Abdulhak el-İşbîlî, İbnu’l-Cevzî, Munzirî, Busırî, Heysemî, ‘Askalânî gibi bir grup imam bu hadisin zayıf olduğu değerlendirmesinde bulunmuşlardır. Bununla birlikte hadisin bu durumu Şeyh el-Kâsimî’ye gizli kalmış ve bu hadis üzerine mescide saygılı olmak amacıyla küçük yaştaki çocukların mescidden uzak tutulması biçiminde şer’î bir hüküm bina etmiştir. Gerçekte bu hüküm bir bid’attir. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem dönemindeki uygulama bunun hilafınadır. Nitekim bu husus sünnet kaynaklarının ilgili yerlerinde açıklanmıştır. Konuya ilişkin olarak “Sıfatu Salâti’n-Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem” adlı eserimizin 3. baskısının 73. sayfasına bakılabilir. Zikredileceği üzere birinci ve daha sonraki bid’atler de bunun gibidir. Bu sebeple bid’atlere karşı uyarıda bulunmak ilim ehlinin yerine getirmesi gereken bir görevdir. Bir grup ilim adamı bu görevi yerine getirerek bu babda birçok eser telif etmişlerdir. Bu eserlerin kimisi bid’atlerin kural ve usullerine ilişkin iken; bir kısmı da bid’atlerin furuatına yöneliktir. Bazı eserler de her iki türü de bir araya cem etmiştir. Bu eserlerin tümünü mutalaa ettim. Bununla birlikte hadis, fıkıh, edeb ve diğer alanlarda birçok eser okudum. Bid’at konusunda bu eserlerden birçok malzeme topladım. Benden önce böyle bir çalışmada bulunan herhangi bir kimse bulunduğunu sanmıyorum. İşte bu çalışmam az önce işaret etmiş olduğum “Bid’atler Sözlüğü” adlı kitabımın temelini oluşturmaktadır. Allah celle celâluhû’dan bu çalışmamı güzel bir tasnif ve düzenlemeden sonra insanların yararına sunmayı nasip etmesini diliyorum. Gelecek satırlarda okuyacağınız fasıl, bunun bir delili ve örneğidir. Başarı Allah celle celâluhû’dandır. Bahsini edip söz verdiğimiz gibi “Bid’atler Sözlüğü”nden aktaracaklarımız şunlardır: 1- Cuma günü yolculuğu terk ederek ibadete yönelmek.[24] 2- Cuma gününü tatil günü edinmek. (İhyâ, c.1, s.169) 3- Sakalı tıraş etmek, ipek giyinmek ve altın süsler takınmak gibi masiyet fiilleri işlemek suretiyle Cuma namazı için süslenip hazırlanmak. 4- Bazı kimselerin Cuma günü ya da sair günlerde mescide gitmeden evvel önden birtakım sergiler göndermeleri.[25] (el-Medhal, c.2, s.124) 5- Cuma günü anı mahiyetinde çeşitli şekillerde hediyeleşmek. (el-Medhal, c.2, s.258-259; el-İbdâ’ fî Madârri’l-İbtidâ’, s.76; Mecelletu’l-Menâr, c.31, s.57) 6- Cuma günü toplu halde ezan okumak. (el-Medhal, c.2, s.208) 7- Cuma günü mescidin avlusunda daimi müezzinle birlikte diğer müezzinlerin ezan okumaları. (Şeyhulislam İbn Teymiyye, el-İhtiyârâtu’l-‘İlmiyye, s.22) 8- İkinci olarak avluda okunan ezanda ilk müezzine karşılık verir gibi bir başka müezzine daha ezan okutmak. (el-İbdâ’, s.75; el-Medhal, c.2, s.208) 9- Müezzinin Cuma günü ilk ezandan sonra halkı namaza katılmaya ve cemaatin sayısını kırka tamamlamaya çağırmak için minareye çıkması. (Islâhu’l-Mesâcid ani’l-Bida’i ve’l-‘Avâid, s.69) 10- İnsanlar Cuma namazı için toplandıklarında Kur’an cüzlerinin dağıtılması. Bu cüzler daha sonra ezan vakti gelince dağıtan kimse tarafından geri toplanır. (el-Medhal, c.2, s.223) 11- Kendisi ile teberrükte bulunulması düşüncesiyle salih bir kimsenin insanların omuzları üzerinden aşarak ön saflara gitmesine müsaade edilmesi.[26] 12- Cumanın ilk sünnetinin kılınması. (es-Sunen ve’l-Mubtede’ât, s.51; el-Medhal, c.2, s.239; el-Ecvibetu’n-Nâfi’a, s.46-58) 13- Cuma günü minbere örtüler serilmesi. (el-Medhal, c.2, s.166) 14- Hutbe sırasında minbere siyah bayraklar asılması. (el-Medhal, c.2, s.166) 15- Minbere perdeler asılması. (es-Sunen, s.53) 16- İmamın Cuma günleri daima siyah giysiler giymesi. (el-İhyâ, c.1, s.162, 165; el-Medhal, c.2, s.266; Şerhu Şir’ati’l-İslâm, s.140) 17- Cuma namazı ve diğer namazlar için özellikle sarık sarılması.[27] 18- Cuma hutbesi ve namazı için mest giyilmesi. (el-Medhal, c.2, s.266) 19- Terkıyede bulunmak, yani “Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab, 56) ayetinin okunması. 20- Bu ayetin ardından hatip çıkıp minbere varıncaya kadar müezzinlerin “Arkadaşına ‘Sus!’ dersen…” hadisini sesli olarak okumaları.[28] (el-Medhal, c.2, s.266; Şerhu’t-Tarîkati’l-Muhammediyye, c.1, s.114, 115; c.4, s.323; el-Menâr, c.c.5, s.951; c.19, s.541; el-İbdâ’, s.75; es-Sunen, s.24) (Ayrıca 32. maddeye bakınız.) 21- Minber basamaklarının sayısının üçten fazla yapılması.[29] 22- İmamın minberin en altında durarak dua etmesi. 23- Minbere çıkarken ağır ağır çıkmak. (el-Bâ’is, s.64) 24- Hatibin minbere çıkması sırasında ya da öncesinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’i öven şiirler söylemek. (el-Menâr, c.31, s.474) 25- Hatibin hutbeye çıktığı sırada kılıcının alt kısmıyla minber basamağına tıklatması. (el-Bâ’is, s.64; el-Medhal, c.2, s.267; Islâhu’l-Mesâcid, s.50; el-Menâr, c.18, s.558) 26- Hatibin minbere her vuruşunda müezzinlerin Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavat getirmeleri. (el-Medhal, c.2, s.250, 267) 27- Baş müezzinin hatiple birlikte minbere çıkıp biraz aşağıda oturması ve “Amin, Allah’ım kabul et! ‘Amin’ diyene Allah mağfiret etsin! Allahumme salli ala…” demesi. (el-Medhal, c.2, s.268) 28- Minbere çıktığında imamın insanlara dönüp selam vermeden önce kıbleye yönelerek dua ile meşgul olması. (el-Bâ’is, s.64; el-Medhal, c.2, s.267; Islâhu’l-Mesâcid, s.50; el-Menâr, c.18, s.558)[30] 29- Minbere çıktığı zaman imamın cemaate selam vermemesi. (el-Medhal, c.22, s.166) 30- İkinci ezanın mescidin içinde hatibin huzurunda okunması. (el-İ’tisâm, Şâtıbî, c.2, s.207-208; el-Menâr, c.19, s.540; el-Ecvibetu’n-Nâfi’a, s.20-25) 31- Bazı camilerde hatibin önünde iki müezzin bulunması. Müezzinlerden birinin minberin önünde ikincisinin de kapının üst tarafında durarak birinci müezzinin ezan lafızlarını kısık sesle telkin etmesi ve ikinci müezzinin de sesli olarak okuması. (Islâhu’l-Mesâcid ani’l-Bida’i ve’l-‘Avâid, s.143) 32- Hatip hutbeye başlayacağı sırada baş müezzinin “Ey insanlar!. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’den sahih olarak rivâyet edildiğine göre “Cuma günü imam hutbe okuduğu sırada arkadaşına ‘Sus!’ dersen, lağv etmiş olursun.” buyurmuştur. Susun ki Allah celle celâluhû size rahmet etsin!” demesi. (el-Medhal, c.2, s.268; es-Sunen, s.24) 33- Hatip birinci hutbeyi bitirip oturduğunda bazı müezzinlerin “Allah celle celâluhû sana, ana-babana, bize, ana-babamıza ve hazır bulunanlara mağfiret etsin!” demeleri. (Fetâvâ İbn Teymiyye, c.1, s.129; Islâhu’l-mesâcid, s.75-76) 34- Hatibin Cuma hutbesinde kılıca dayanması. (es-Sunen, s.55)[31] 35- Şifa bulmak amacıyla imam hutbe verdiği sırada minberin altında oturmak. (el-Menâr, c.7, s.501-503) 36- Hatiplerin “İnne’l-hamde lillâh; nahmeduhû ve nesta’înuhû ve nestağfiruhû…” şeklindeki hutbe-i haceyi okumamaları. Ayrıca “Bundan sonra; en hayırlı söz Allah celle celâluhû’nun kelamıdır.” sözlerini söylememeleri.[32] 37- Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem devamlı surette uyguladığı halde hatiplerin hutbelerinde Kâf sûresi ile öğütte bulunmaması. (es-Sunen, s.57)[33] 38- Hatiplerin Cuma günü hutbe sonunda “Günahtan tevbe eden hiç günahı olmayan kimse gibidir.” benzeri bir hadisi devamlı surette okumaları.[34] (es-Sunen, s.56) 39- İçinde bulunduğumuz asırda bazı hatiplerin birinci hutbeyi bitirince selam vermeleri. 40- İki hutbe arasında üç kez İhlas sûresini okumaları. (es-Sunen, s.56) 41- Cemaatten bazı kimselerin ikinci hutbe sırasında tahıyyetu’l-mescid namazı kılmaları. (el-Menâr, c.18, s.559; es-Sunen, s.51) 42- İki hutbe arasında imam hutbede iken insanların ellerini kaldırıp dua etmeleri. (el-Menâr, c.6, s.793-794; c.18, s.559) 43- Hatibin ikinci hutbede en alt basamağa inip sonra dönmesi. (Hâşiyetu İbn ‘Âbidîn, c.1, s.770) 44- İkinci hutbede hızlı davranmaları. (el-Menâr, c.18, s.858) 45- “Size emrediyorum”, “Yasaklıyorum” derken Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavatta bulunurken sağa-sola dönmek. (el-Bâ’is, s.65; Hâşiyetu İbn ‘Âbidîn, c.1, s.759; Islâhu’l-Mesâcid, s.50; el-Menâr, c.18, s.558) 46- Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavatta bulunurken minberde bir basamak yukarı çıkıp salavatı bitirince inmesi. (el-Bâ’is, s.65) 47- Hutbelerinde ve divanlarında secili ifadeler kullanarak üç-beş kez tekrarlamaları. Halbuki sahih rivâyetlerde secili ifadelerde bulunmak yasaklanmıştır. (es-Sunen, s.75) 48- Ramazan ayının son cumasında ya da Ramazan bayramında okunan hutbede birçok hatibin “Allah azze ve celle’nin Ramazan ayının her gecesinde cehennemden azad edilen altı yüz bin azatlısı bulunmaktadır. Son gece olduğunda Allah geçmiş gecelerdekiler sayısınca azat eder.” hadisini okuması. Halbuki bu hadis batıldır.[35] 49- Cuma günü imam hutbe okuduğu sırada tahıyyetu’l-mescid namazının terk edilmesi. (İbn Hazm, el-Muhallâ, c.5, s.69) 50- Bazı hatiplerin mescide girince tahıyyetu’l-mescid namazı kılmaya başlayan kimselere namazı kılmamalarını söylemek üzere hutbelerini kesmeleri. Halbuki Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bunun tam aksine davranmış ve tahıyyetu’l-mescid namazı kılınmasını emretmiştir.[36] 51- İkinci hutbenin vaaz, nasihat, irşad, öğüt ve terğibden âri olarak sadece salavat ve duaya tahsis edilmesi. (es-sunen, s.56; Nûru’l-Beyân fî Keşfi an Bida’i Âhiri’z-Zemân, s.445) 52- Hatibin Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavatta bulunurken hutbenin diğer kısımlarına nazaran sesini daha fazla yükseltmek için kendini zorlaması. (el-Bâ’is, s.65) 53- Hatibin “İnnellâhe ve melâiketehû…” ayetini okurken aşırı yüksek sesle salavat getirmesi. (Buceyrimî, c.2, s.189) 54- Bazı kimselerin hutbe esnasında “Bismillah” diyerek ya da bazı salih zatlarının isimlerini söyleyerek bağırmaları. (el-Menâr, c.18, s.559) 55- O hafta içinde yeni Müslüman olmuş birinin insanların gözleri önünde Müslüman olduğunu telaffuz etmesi için, minberde bulunan hatibin yanına getirilmesi ve hatibin de bu sebeple hutbesini kesmesi. (el-Medhal, c.2, s.171) 56- Halifelerin, kral ve sultanların isimlerinin hatipler tarafından ikinci hutbede makamlı olarak zikredilmesi.[37] (el-i’tisâm, c.1, s.17-18; c.2, s.177; el-Menâr, c.6, s.139; c.18, s.305, 558; c.31, s.55) 57- Hatibin savaşçı ve sınır nöbetçileri için dua etmesi. (el-İ’tisâm, c.1, s.18) 58- Müezzinlerin yöneticiler için yüksek sesle ve uzun uzun dualar etmeleri. Hatibin de hutbesini oldukça uzatması.[38] (el-Menâr, c.18, s.558; es-Sunen, s.25) 59- Dua ederken, müezzinlerin amin demeleri için hatibin arada bir susması. (Şehu’t-Tarîkati’l-Muhammediyye, c.30, s.323) 60- Hatibin, ashab için rızalık ve yöneticiler için de zafer duası ettiği sırada müezzinlerin amin demeleri. (Şehu’t-Tarîkati2l-muhammediyye, c.3, s.323) 61- Hutbede nağme yapmak. (el-İbdâ’, s.27) 62- Hatibin dua sırasında ellerini kaldırması.[39] 63- Cemaatin de imamın duasına eşlik ederek ellerini kaldırması.[40] (el-Bâ’is, s.64, 65) 64- Hutbenin devamlı olarak “İnnellâhe ye’muru bi’l-‘adli ve’l-ihsân…” ayeti ile ya da “uzkürullâhe yezkürkum…” ayeti ile bitirilmesi. (el-Medhal, c.2, s.271, es-Sunen, s.57) 65- Hutbenin uzatılıp namazın kısa tutulması.[41] 66- Minberden inerken hatibin omzunu ve sırtını sıvazlamak. (el-İbdâ’, s.79; Islâhu’l-Mesâcid, s.78; es-Sunen, s.54; Nûru’l-Beyân, s.44) 67- Hatibin hutbesini bitirmesinin ardından özel bir bölmeye konan büyük bir minber edinmek. (el-Medhal, c.2, s.212) 68- Bazı küçük mescidlerde sayının kırkla varıp varmadığını tespit için cemaatte bulunanların sayılması. 69- Küçük mescidlerde Cuma namazı kılınması. (Islâhu’l-Mesâcid, s.63)[42] (Derim ki: Kâsimî rahimehullâh’ın bu konuya ilişkin oldukça önemli bir araştırması bulunmaktadır. Bu araştırmasında Kâsimî “Cumanın birçok yerde kılınması suretiyle konuluş hikmeti dışına çıkarılması” ifadelerini kullanır. Subkî’nin de bu meseleye ilişkin olarak el-İ’tisâm bi’l-Vâhidi’l-Ehad min İkâmeti Cum’ateyn fî Beled adını taşıyan bir risalesi bulunmaktadır. Bu risalede şöyle der: “Cuma namazının ihtiyaç bulunmadığı halde birkaç yerde kılınması, dinen zorunlu olarak bilinen bir münkerdir.” (el-Fetâvâ, c.1, s.190) Kâsimî araştırmasında son olarak şu gerekliliği dile getirmektedir: “İster evlerin arasında bulunsun, ister cadde üzerinde olsun küçük olan her mescidde Cuma namazı kılınması gerekmez. Büyük mescidler de aynı kapsamdadır. Diğerinde kılındığından dolayı bu mescidlerde Cuma kılınmasına gerek yoktur. Büyük bir mahallede yaşayan kimselerin en büyük camiye gitmeleri gerekir. Büyük bir mahalle, tek başına büyük bir köy sayılabilir. Bu şekilde diğer birçok mescidde Cuma kılınmasına ihtiyaç bulunmaz. Büyük camilerde Cuma namazı kılınmasıyla islam’ın şiarı en eşsiz biçimde izhar edilmiş ve çeşitlilik/çokluk uhdesi dışında kalınmış olur.” Derim ki: sünnet fıkhına sahip olan, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem dönemindeki Cuma ve cemaat uygulamasını inceleyen herkesçe anlaşılacağı üzere hak olan budur. “Cumayla İlgili Hükümler” başlığı altında bu meseleye dikkat çekmiştim.) 70- İmamın saflar düzene konulmadan namaza girmesi. (el-Islâh, s.99-100) 71- Hutbenin bitiminde hatibin elinin öpülmesi. (Islâhu’l-Mesâcid, s.99) 72- Cumadan sonra “Allah bizden de sizden de kabul buyursun!” denilmesi.[43] (es-Sunen, s.54) 73- Cuma namazından sonra öğle namazının kılınması.[44] (es-Sunen, s.10, 123; Islâhu’l-Mesâcid, s.51-53; el-Menâr, c.23, s.259, 497; c.34, s.120) 74- Çocuğu hâlâ emekleyip de yürüyemeyen bazı kadınların cami kapısı önünde Cuma namazından sonra kucaklarında ayak başparmaklarını iple bağladıkları çocukla durarak ilk çıkandan kesmesini istemeleri. Bu şekilde çocuklarının iki hafta sonra yürüyeceklerini iddia etmektedirler. 75- Bazı kimselerin şifa ve bereket maksadı güderek mescidden çıkanların tek tek tükürmesi için ellerinde bir bardak su ile mescidin kapısında durmaları. 76- Diğer İslam ülkelerinin halef ve selef icmaına aykırı olarak bir kısım İslam ülkelerinde ezanın tek merkezden okunması suretiyle yüzlerce mescidde okunacak ezan şiarının yaşatılmaması. 77- Bazı İslam ülkelerinde ezanın bizzat müezzin tarafından okunmayarak kasetten yayınlanması. Cuma ile ilgili bid’atler burada son bulmaktadır. Hamd alemlerin rabbi Allah celle celâluhû’ya mahsustur. Salat ve selam kendisinden sonra hiçbir peygamber bulunmayan Muhammed’e olsun! Dımeşk, 27.2.1382h. Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî [1] Derim ki; Sahîhayn'da cemaatle namazdan geri duranlar hakkında da benzeri azap vaadi bildiren rivayet varid olmuştur. Cemaate katılmak da tek tek herkese vaciptir. Hanefiler ve başkaları nezdinde tercihe şayan görüş budur. Cemaatle namaz kılmaya da ihtimam gösterilmesi gerekmektedir. Bu konuda tembellik ve gevşeklik gösterilmesi caiz değildir. [2] Bu ziyade, el-Mev'iza adlı eserin aslından düşmüş olduğu halde Ebû Dâvûd, H.no1067'de sabittir. Müellif de er-Ravda, c.1, s.134'te Ebû Dâvûd tarikinden naklettiği aynı hadiste bu ziyadeyi zikretmiştir. Bu ziyadenin nasıl bir öneme sahip olduğu 3. meselede görülecektir. [3] Derim ki; bu ifadelerden bayram namazları için böyle bir şartın koşulmasının ne derece kıymetli olduğu da anlaşılmaktadır. [4] Derim ki; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, c.1, s.126; Taberânî, el-Kebîr, c.3, s.38. Lafız Taberânî'ye aşittir. Ebu'l-Ahvas > İbn Mes'ûd kanalıyla rivayet edilmiştir. Hadisin bazı tarikleri sahihtir. Heysemî, el-Mecma', c.2, s.192'de hasen olduğunu bildirmiştir. Müellifin bu hadisle -her ne kadar mevkuf da olsa- delil olarak kullanması, muhtemelen ashabdan birinin muhalefet ettiğinin bilinmemesi ve az sonra gelecek olan Ebû Hurayra hadisinin mefhumu ile desteklenmesi sebebiyledir. el-Musannef, c.1, s.206'da Abdurrahman b. Ebî Zueyb'den sahih senedle yer alan bir şahidi bulunmaktadır. Ravi şöyle anlatmaktadır: "Zübeyr ile birlikte Cuma günü yolculuğa çıkmıştım. Cumayı dört rekât olarak kıldı." Buradaki ravi Abdurrahman, İbn Abdillah b. Ebî Zueyb'dir. İbn Hibbân kendisini es-Sikât, c.6, s.122'de zikretmiş ve şöyle demiştir: "Bakımı Zübeyr b. Avvâm tarafından üstlenilmiş bir yetim idi." İbn Mes'ûd'un hadisinde öğle namazının asıl olduğuna, Cumayı kılmamış olanın öğle namazını kılması gerektiğine dair bir işaret bulunmaktadır. Şu hususlar bunu desteklemektedir: 1- Kesin olarak bilinmektedir ki; Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ve ashabı seferde iken Cuma günü öğle namazını kılmaktaydılar. Fakat kasrederek (kısaltarak) kılıyorlardı. Şayet Cuma günü Cuma namazı asıl olsaydı, Cuma namazını kılarlardı. 2- Abdullah b. Ma'dân ninesinin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Abdullah İbn Mes'ûd bize şöyle demişti: "Siz (kadınlar) Cuma günü imamla beraber namaz kıldığınızda onun gibi kılın! Evlerinizde kıldığınızda da dört rekat kılın!" Bu hadisi İbn Ebî Şeybe, c.1, s.207'de tahric etmiştir. İbn Ma'dân'ın ninesine kadar isnadı sahihtir. Fakat kendisi hakkında bir bilgim yok. Zahir olduğuna göre sahabi değil, tabiînden bir hanımdır. Fakat Hasan'ın Cuma günü mescide gelen kadının imamla aynı şekilde namaz kılacağı ve bu namazının yeterli olacağı ifadesi, bu rivayetin destekleyici bir şahididir. Kendisinden gelen bir rivayette şöyle demiştir: "Kadınlar Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte Cuma namazı kılarlar ve kendilerine "güzel kokular sürünmeden kokusuz olarak çıkın!" denirdi. Her iki rivayetin isnadı da sahihtir. Kendisinden Eş'as yoluyla gelen bir rivayette Hasan şöyle demiştir: "Muhacirlerin kadınları Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber Cuma namazını kılar ve sonra bunu öğle namazı yerine sayarlardı." Derim ki; Cuma günü asıl olanın yalnızca Cuma namazı olduğunu, Cuma namazını bir mazeretten dolayı kılamayan veya -yolcu ve kadın gibi- Cuma kılması vacip olmayan kimselerin Cuma namazı olarak yalnızca iki rekat kılacaklarını ileri sürenler ellerinde herhangi bir delil bulunmadan söz konusu naslara muhalefet etmiş olmaktadırlar. Ayrıca San'ânî'nin c.2, s.74'te benzeri ifadeler zikrettiğini, Cuma kılınamadığı zaman icma ile öğle namazının vacip olduğunu ve Cumanın öğle namazı yerine geçmiş alternatifi olduğunu söylediğini gördüm. Bu meseleyi özel bir risalede tahkik ettik, demiştir. [5] Asıl metinde parantez içindeki ifadeler yerine ekarra ifadesi geçmektedir. Bu hatadır. Bulûğu'l-Merâm'a müracaat ederek doğrusunu tespit ettim. (ekarra olduğu taktirde cümlenin anlamı "Ebû Hâtim hadisin mürselliğini ikrar etmiştir" olmaktadır. -çev.-) [6] Musannif bu ifadesiyle bazı alimlerin -yani Hâdevîlerin- görüşüne reddiyede bulunmayı hedeflemektedir. Bu görüşe göre; hutbenin bir bölümüne yetişmiş olmak cumanın sıhhati için olmazsa olmaz bir şarttır. San'ânî'nin Subulu's-Selâm'da söylediği gibi söz konusu hadis, bu görüş sahipleri aleyhine bir hüccettir. İbn Ebî Şeybe'nin c.1, s.126'da Yahyâ b. Ebî Kesîr'den rivayet ettiği "Ömer b. Hattab'ın şöyle dediğini tahdis ettim: Hutbe iki rekat yerine geçer. Hutbeye yetişemeyen dört rekat kılsın!" şeklindeki hadis sahih değildir. Yahyâ b. Ebî Kesîr ile Ömer arasında munkatıdır. [7] Yani Cuma namazını kılmayıp da bayram namazını kılmış olanları kastetmektedir. San'ânî c.2, s.73 bunu hususen belirtmektedir. [8] Derim ki; Hiç kuşkusuz hadis sahihtir. Eserin asıl metninde ve diğer eserlerde bu hadisin birçok şahidi zikredilmiştir. Bunlardan biri ardından gelen İbn Zubeyr hadisidir. Bu hadiste önemli bir fayda bulunmaktadır. Şöyle ki; bayram namazı da Cuma namazı gibi vaciptir. Böyle olmasaydı şayet bayram namazı sebebiyle Cuma namazı ıskat edilmezdi. Asıl metnin 43. sayfasına bakınız. [9] Derim ki; Bu tahricde bir noktaya değinilmesi gerekir. Mezkûr hadisi Vehb b. Keysân tariki ile Ebû Dâvûd kesinlikle rivayet etmiş değildir. Hadisi sadece Nesâî, c.1, s.236'da ve Hâkim, c.1, s.296'da tahric etmiştir. Lafzı şöyledir: "İbn Zubeyr sünnete isabet etmiştir, dedi. Bu söz İbn Zubeyr'in kulağına gidince, iki bayram bir araya gelince Ömer b. Hattab'ın bunun gibi davrandığını gördüm, demiştir." Hâkim "Şeyhayn'ın şartına göre sahihtir" demiş Zehebî de muvafakatta bulunmuştur. Ancak hadisin sahih oluşu yalnızca Müslim'in şartına göredir. 'Atâ -b. Ebî Rabâh- tarikinde şu lafızla yer alan bir ziyade bulunmaktadır: "Sonra cumaya gittik. Yanımıza çıkmadı. Biz de yalnız başımıza kıldık." Bu rivayetin ravileri müellifin de dediği gibi sahih hadis ricalidir. Fakat A'meş'in an'anesi bulunmaktadır. [10] Derim ki: Cem’in tervihten önde geldiğinde hiç kuşku bulunmamaktadır. Ancak müellifin iki hadisi cem edişinde görüldüğü gibi cem’ uzak görüldüğü takdirde insanın içi rahat etmez ve itminana daha yakın olan bir yön bulunabilir diye araştırır. Eskiden imamlardan birine ait olan ve içimi rahat eden, gönlümü açan bir söz okumuştum. Burada bu görüşü nakletmek istiyorum ki, okuyucu üzerinde düşünsün ve cem’ iki cem’den hangisine karşı itminan duyuyorsa, onu takip etsin: İbn Hazm, el-Muhallâ, c.2, s.14’te şu hadisi ve musannifin işaret ettiği manada sözler zikrettikten sonra şunları kaydetmiştir: “Cuma günü abdest alan karşılığını görür, güzel bir davranış işlemiş olur. Guslederse, bu daha faziletlidir.” “Şayet sahih ise, Cuma için gusletmenin vacip olmadığına dair herhangi bir nas ya da delil içermemektedir. Sadece abdest almanın güzel bir amel olduğu, guslün de daha faziletli olduğu belirtilmektedir. Bu konuda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Allah celle celâluhû şöyle buyurmuştur: “Şayet Kitap ehli iman etseydi kendileri için daha iyi olurdu.” (Âl-i İmrân, 110) Bu ayetin lafzı iman ve takvanın farz olmadığına mı delalet etmektedir?! Kesinlikle hayır. Hem bütün bu hadislerde Cuma için gusletmenin farz olmadığına dair nas bulunsaydı, bu konuda hüccet olamazdı. Çünkü bu durum, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Cuma günü gusletmek, ihtilam gören herkese vaciptir”, “…her müslümana…” sözlerini söylemeden öncesine uygun düşerdi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu sözleri, birinci durumu şeksiz şüphesiz yakînî olarak nesheden ek bir hüküm ifade etmektedir. Nasihi bırakıp da mensuh olanın alınması ise kesinlikle caiz değildir.” [11] Derim ki: Bu ifadeler çelişkili ve doğrudan uzak görülmektedir. Bunun açıklanması gerekmektedir. Bu meyanda şunları ifade etmek isterim: Konunun başında Allah’ın kendisini zikretmek üzere koşmayı emrettiğini, zikirle hutbe kastedilmemişse de hutbe okumanın da Allah’ı zikir amellerinden biri olduğunu ifade etmiştir. Derim ki: Durum böyle ise, Kitabullah’ta hutbenin emredilmiş olduğu sabittir. Bu ise, sünnette zikredilmiş olmasına ihtiyaç hissettirmemektedir. Hutbeye koşarak gidilmesi emrinin sübutu, daha öncelikli olarak hutbe irad edilmesi emrini de içermektedir. Çünkü hutbeye koşmak hutbe için bir vesiledir. Vesile vacip olduğuna göre, bu vesile ile ulaşılan hedefin vacip olması daha önde gelir. Bu delil, musannifin bizzat kendisinin bayram namazlarının vucubuna dair istidlal ettiği bir delildir. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in bayram namazına çıkmayı emrettiği sahihtir. Müellif s.42’de şöyle söylemiştir: “Namaza çıkılması emri, hitabın manası gereği özrü bulunmayanlar için namazın da emredilmiş olduğunu gerektirir. Çünkü namaza çıkmak, namaza vesiledir. Vesilenin vacip oluşu, vesile ile hedeflenenin de vacip olmasını gerektirir.” Derim ki: Benzeri şeyler -açıkladığımız biçimde- Cuma günü Allah’ı zikretmeye koşma emri hakkında neden söylenmiyor? Sanki müellif rahimehullâh, er-Ravda adlı eserinde zikretmiş olduğu bu manaya dikkat çekmiştir. Bu sebeple de bizzat kendisi bunu hissettirecek tarzda bir soru ortaya atarak s.137’de şöyle demektedir: “Hutbeye koşmak vacip olduğuna göre hutbenin kendisinin vacip olması daha önceliklidir, denirse; cevaben şöyle söylenir: Sadece hutbe sebebiyle koşmak vacip değildir. Bilakis hutbeye ve namaza koşmak vaciptir. Koşarak gitmenin vacip olma sebebi namazın kendisidir. Dolayısıyla ifade edilen öncelikli olma durumu, geçerli değildir.” Derim ki: Bu ifadeler meselenin başında meylettiği hutbe ile murad edilenin Allah celle celâluhû’yu zikir olduğu görüşüne muhalif olmakla birlikte namazdan bir derece daha düşük olsa da muradın zikir olduğu hususunu ortadan kaldıramaz. Zikre koşmak emri hutbeyi de kapsamaktadır. Durum bu şekilde olduğuna göre ‘hutbeye koşmak vacip olduğu taktirde hutbenin kendisi daha öncelikli olarak vacip olur’ ifadesi, müellifin görüşünü reddetmekte ve bizzat kendisinin zikrettiği cevap zayıf kalmaktadır. Hutbenin vacip oluşunun bir başka ispat yolu daha bulunmaktadır. O da Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in fiilinin -özellikle sürekliliğini koruyan fiilinin- Kur’anî ya da nebevî bir emri beyan etmek üzere sudur ettiği taktirde o fiilin vücubiyetine delil teşkil ettiğinin hatırlanmasıdır. İstidlalin bu türü usul ilminde kabul edilmektedir. Ayrıca önde gelen ilim adamlarınca da bilinmektedir. Bu ilim adamlarından biri de müellif rahimehullâh’ın bizzat kendisidir. Hutbenin kendisi ile değil de, bazı sıfatlarına ilişkin bir başka meselenin vücubiyeti ile alakalı olarak bu delile başvurmuştur. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in hutbede ashabına İslam’ın kaidelerini öğrettiğini zikrettikten sonra bir sonraki konumuzun son kısımlarında dile getirilecek olan şu satırlara yer vermiştir: “Hutbede zikrolunanları muhafaza edişinin zahirinden bunların vacip olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in fiili, Cuma ayetinde icmalî olarak zikredilenlerin beyanıdır. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılın!” buyurmuştur. Derim ki: Aynı delil hutbenin kendisinin de vacip olduğuna delalet etmez mi? Tabii ki eder. Hatta bu delaleti, akıl sahiplerince açıkça görüldüğü üzere daha önceliklidir. Şevkânî’nin es-Seylu’l-Cerâr, c.1, s.298’de bu hususu tasrih edip daha sonra şöyle dediğini gördüm: “Cumanın şartlarından olması konusu ise, böyle bir şey yoktur.” [12] Derim ki: Müellif, es-Seylu’l-Cerrâr, c.1, s.299’da görüşlerini beyan eden Şevkânî’yi izlemektedir. Ancak bilindiği üzere Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem hutbede kelime-i şehadette kendi ism-i şerifini zikrederdi. Kendisine salavatta bulunması konusunu hiçbir sarih hadiste göremedim. Bk. el-Muntekâ, c.3, s.224, Şevkânî şerhi ile birlikte. [13] Derim ki; bu bölüm Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashabına öğrettiği ve her hutbe öncesinde meşru kılınmış ve özellikle de Cuma hutbesine mahsus olan hutbe-i hace’nin bir parçasıdır. Hutbe-i hace ile ilgili olarak tarafımdan hazırlanmış olan bir risale bulunmaktadır. Risale matbudur. [14] Derim ki; bu hadisin isnadı sahihtir. Aynı hadisi Beyhakî de el-Esmâ ve’s-Sıfât’ta rivayet etmiştir. [15] Derim ki; Maalesef bu hadis günümüzde unutulup gitmiştir. Suriye, Mısır, Hicaz ve diğer bölgelerdeki hatiplerden, öğretmen ve eğiticilerden hiçbirisi hutbe ve derslerine başlarken bu ifadeleri kullanmamaktadırlar. Allah celle celâluhû tarafından korunanlar bunun dışındadır. Fakat bunların sayısı da oldukça azdır. Ben kendilerine bu hususu hatırlatmak istiyorum. “Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir.” Bazılarının az önce işaret edilen hutbe-i haceyi ihya ettikleri gibi bu sünneti de ihya etmeye davet ediyorum. Başarıya ulaştıran Allah’tır. [16] Ebû Dâvûd, Ahmed. Es-Sahîha, H.no:169 [17] Buhârî, Ahmed [18] Derim ki: Bu hususun irdelenmesi gerekir. Çünkü burada, Cuma hutbesinin aslında vacip olmadığı görüşünde olan müellifin aleyhine bir delil söz konusudur. Burada zikretmiş olduğu delil hutbenin vücubuna delalet etmektedir. Önceki meseleye talikte beyan edildiği üzere hak olan da budur. [19] Muslim, Ebû Dâvûd [20] Derim ki: Mescide girişte ve minbere çıktıktan sonra selam vermek şeklindeki bir uygulamanın sünnette yer aldığını ben bilmiyorum. Daha sonra bu tür bir uygulamayı Silsiletu’l-Ehâdîsi’d-Da’îfe ve’l-Mevdû’a (no:4194)’da tahric etmiş olduğum zayıf bir hadiste gördüm. Bu uygulamadan maruf olan yalnızca ikincisidir. Müellif bir başka yerde (s.24’te) şunları kaydetmiştir: “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’den hutbeye başlamadan önce orada bulunanlara selam verdiği birbirini kuvvetlendiren birkaç tarikten rivayet edilmiştir.” [21] “…rüku etsin!” lafzı ile Câbir hadisinden Muttefekun aleyh. Muslim bir rivayette şu ziyadede bulunmuştur: “Bu iki rekatı kılmada hızlı davransın!” [22] Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Bu hadisi güçlendiren birçok şahidi bulunmaktadır. Açıklaması bir başka hadiste şu şekilde varid olmuştur. “Lağv eden ve insanların omuzlarından aşıp geçen kimse için (kıldığı namaz) öğle namazı olur.” Senedi sahihtir. [23] Buhârî, K.Fiten, H.no:7084; Muslim, K.İmâra, H.no:1847 [24] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, c.1, s.205’te Sâlih b. Keysân kanalıyla Ebû ‘Ubeyde’nin Cuma günü bir yolculuğa çıktığını ve Cuma namazını beklemediğini rivayet etmiştir. Rivayetin İsnadı ceyyiddir. İbn Ebî Şeybe, es-Siyeru’l-Kebîr, c.1, s.50’de (şerhi ile birlikte) İmam Muhammed b. Hasan ve c.3, s.187’de Beyhakî Hz. Ömer’den “Cuma (namazı) yolculuğa mani değildir” dediğini rivayet etmişlerdir. Senedi sahihtir. İbn Ebî Şeybe benzer bir rivayeti bir grup seleften de rivayet etmiştir. “Cuma günü sabah namazından sonra yolculuğa çıkana iki meleği de beddua eder…” hadisi, el-Ehâdîsu’d-Da’îfe, s.216, 217’de açıkladığım üzere zayıftır. Şeyh Buceyrimî’nin el-İknâ’, c.2, s.177’de yer alan “bu hadis sahihtir” sözünün kesinlikle itibara alınacak bir yönü bulunmamaktadır. Kendisi hadis ehlinden olmadığı için bu değerlendirmesine itibar edilmez. Uyarı: Değerli okuyucu bidatlerden az bir kısmının yanında hangi ilim ehlinin kitabından alındığına dair kaynağının zikredilmediğini görecektir. Zikredilen o hususun bidat olduğunu bildiren kimseyi tespit edemediğimi işaret etmek için böyle bir yol izledim. Fakat bidat usul ve kaideleri zikredilen o hususun bidat olmasını gerektirmektedir. Birinci bidatte olduğu gibi talikte buna delalet eden bazı naslar zikretmekteyim. Bu hususun akıldan çıkartılmamasını rica ediyorum. [25] Şeyhulislam İbn Teymiyye, el-Fetâvâ, c.2, s.39’da “Bu uygulama ittifakla nehyedilmiştir.” demiştir. [26] Bâcûrî, c.1, s.227’de şöyle der: “İmamın ve salih kimsenin insanların omuzları üzerinden aşarak ön saflara gitmesi mekruh değildir. Çünkü bu kimselerle bereket umulur. Böyle kimselerin omuzlarını aşarak öne doğru ilerlemelerinden dolayı insanlar rahatsızlık duymazlar. Bazı kimseler -dünya hayatında dahi olsa- önemli kimselerin salih insanlarla aynı hükümde olduklarını söylemişlerdir. Çünkü insanlar böyle kimselerin öne geçmelerine müsdaade eder ve bundan rahatsızlık da duymazlar.” [27] Derim ki: Sarık sararak kılınan namazın faziletine dair varid olan hadislerin hiçbiri sahih değildir. El-Ehâdîsu’d-Da’îfe, no:127’de bu hususa ilişkin açıklamada bulundum. [28] Şeyhulislam İbn Teymiyye, el-İhtiyârât, s.48’de “İttifakla mekruh ya da haramdır” demiştir. Derim ki: el-Bâ’is, s.65’te müellifi bu bidati hoş görmesine adlanılmaması gerekir. Bu bir alimin zellesinden ibarettir. [29] Et-Terâtîbu’l-İdâriyye müellifinin c.2, s.440’ta zikrettiği gibi minber basamaklarının on beşe çıkarılması işlemini ilk defa Hz. Muâviye’nin yaptığı konusunda söylenenler sabit olmayan hususlardandır. “Kîl (denilir ki)” ifadesi ile başlaması da bunu bildirmektedir. Bu bidatin zararlarından biri safların kesilmesidir. Bazı mescid imamları bu konuya dikkat ederek basamakları duvar kenarına yapmak gibi yeni yöntemlerle bu sakıncayı gidermektedirler. Halbuki sünnete tabi olsalar rahat edecekler. [30] Şeyhulislam İbn Teymiyye, el-İhtiyârât, s.48’de “İmamın minbere çıktıktan sonra dua etmesinin hiçbir aslı yoktur.” demiştir. [31] Menâru’s-Sebîl’de Ebû Dâvûd’a isnad edilerek vaki olduğu gibi Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in kılıç ya da asaya dayanarak hutbe verdiğine ilişkin hadisin ne Ebû Dâvûd ne de bir başkası nezdinde ‘kılıç’ lafzı içeren herhangi bir aslı bulunmamaktadır. Fakat hadisin lafzı şu şekildedir: “Asa ya da ok yayına dayanarak …” el-İrvâu’l-Ğalîl, c.3, 616 numarada tahricini görebilirsiniz. [32] Önceki satırlarda bu konuya ilişkin açıklamalar zikredilmişti. [33] Önceki satırlarda bu konuya ilişkin açıklamalar zikredilmişti. [34] Hasen hadis. Ed-Da’îfe’de 615 ve 616 numaralar altında tahric edilmiştir. [35] İbn Hibbân bu değerlendirmede bulunmuştur. Ayrıca Suyûtî’nin el-Leâli’l-Masnû’a adlı eserinde de yer almaktadır. [36] Elinizdeki eserde daha önce geçmiş olan ilgili konuya bakınız. [37] İbnu’l-Hâc, el-Medhal, c.2, s.270’te buna benzer bir şey zikretmiş fakat “Bu uygulama, bidat değil, mendub babındandır.” demiştir. İbnu’l-Hâc bu konuda vehme düşmüştür. Çünkü biz, ümmetin selefi olan ashab, tabiîn ve diğerlerinen hiçbir kimsenin böyle bir uygulamada bulunduğunu bilmiyoruz. [38] İbn ‘Âbidîn, el-Hâşiye, c.1, s.769’da bu davranışın mekruh -yani tahrimen mekruh- olduğunu bildirmiştir. [39] Şeyhulislam İbn Teymiyye, el-İhtiyârâtu’l-İlmiyye, s.48’de şunları kaydetmiştir: “İmamın hutbe sırasında dua ederken ellerini kaldırması mekruhtur. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem dua ettiği zaman parmağı ile işaret ederdi.” [40] Derim ki: İbn ‘Âbidîn el-Hâşiye, c.1, s.768’de sahih olan görüşe göre cemaatin böyle bir uygulamada bulundukları taktirde günah işlemiş olacaklarını zikretmiştir. [41] Derim ki: Zira sünnet olan uygulama daha önceki satırlarda da geçtiği üzere namazın uzun tutulup hutbenin kısaltılmasıdır. Bunun aksinin, günümüz hatiplerinin çoğusu tarafından uygulandığı gibi bidat olduğu konusunda şüphe yoktur. Ed-Durru’l-Muhtâr’da (el-Hâşiye’nin c.1, s.768’de) “Cuma namazında irad edilen iki hutbenin uzunluğunun mufassal sûrelerden bir sûreden daha uzun olması mekruhtur.” ifadeleri geçer. [42] [43] Derim ki: “Cuma namazından ayrılırken kardeşi ile karşılan ‘Allah bizden ve sizden kabul buyursun!’ desin! Çünkü bu, rabbinize eda ettiğiniz bir ibadettir.” hadisini Suyûtî, Zeylu’l-Ehâdîsi’l-Mevdû’a, s.111’de zikretmiş ve “Senedinde yer alan Nehşel, kezzâbdır” demiştir. [44] Bu mesele hakkında Şeyh Mustafa el-Ğalâyînî’nin el-Bid’a fî Salâti’z-Zuhr ba’de’l-Cum’a adını taşıyan faydalı bir risalesi bulunmaktadır. Bu risale el-Menâr Dergisi’nde defalarca yayınlanmıştır. (Bk. c.7, s.941-948; c.8, s.24-29) Muhtemelen müstakil bir risale olarak da neşredilmiştir.

 
  Toplam 189571 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
islamakidesi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol